Ben daha çok küçükken bu kasabada bir kadın yaşıyordu. Adını hatırlamıyorum, aklımda sadece ona seslenişleri kalmış. Lotus diyorlardı, Nilüfer vardı bir de. Aynılar.Gerçek adını bir kez duydum. Merakımdandı. O kadına olan tüm ilgim merakımdandı. Kendine Lotus dedirtiyormuş. Sebebi de tertemiz olması. Lotus gibi temiz ama yaşadığı yer öyle değil. Lotus çamurda yetişir, aynı o kadının da yaşadığı yer gibi. Fakat kendi tertemizdi. Basmalı çiçekli etekler giyerdi. Cıvıl renkleri vardı, karmaşık renkleri bir arada tutardı üstünde. Altı maviyse üstü pembe. Alakasızdı ama temizdi işte, ondan beklenilmeyecek kadar temizdi. Saçları kıvırcık, birbirine dolanmış gibi görünürdü ama parlardı. Evi çok kötüydü. Kasabanın izbe çöplüğündeki o kokular üstüne sinmemiş gibi, sanki yıkık dökük o evde yaşayan kendi değilmiş gibi parlardı. Karmakarışık dünyanın dalgasına kapılmış ama belli etmiyormuş.
Bir de kızı vardı. O da Nilüfer. Annesiyle aynı adı. Sapsarı saçları, masmavi gözleri... O çirkin evde yaşayan kendi kadar tertemiz küçük bir çocuğu vardı. Yaşını bilmiyorum, fakat gittiğim o parkın küçük salıncağında sallanmayı ne kadar sevdiğini biliyordum. Benden muhtemel iki üç yaş küçüktü ama daha ufak duruyordu. Keşke çok ufak olsaydı diyordum. Belki dünyanın acımasız çığlıklarını, iğrenç ithamlarını duymazdı.
İnsanlar ona "pis küçük velet" diyince belki anlamazdı. Ya da "asyalı bile değil" diyip dışlandığında o bahsi geçen konudan bi haber yaşardı. Eğer babası olsaydı bunları yaşar mıydı o zamanlar merak ederdim. O melez çocuk ve annesinin buralara nasıl geldiğini, nasıl o kötü evde yaşayıp tertemiz olduklarını merak ederdim. Siyah beyaz kadar zıt kavramların bir arada tutulduğu o iki kişilik aileyi merak ederdim.
Merak etmekle kaldım çünkü gittiler. Bir gün ortadan kayboldular. Nilüfer gıcırtılı dış kapıyı açıp da koşmadı o gün. Çirkin evleri o gün daha da çirkinleşti. Ne annesi ne de onu gördüm. Çamurda yaşayan çiçeklerin izini kaybettim ama merakım hiçbir zaman solmadı. Kendilerine ait bir ev bulmuşlardır belki de. Beyaz bir ev, pembe panjurlu. Belki saksıda ortancaları olurdu. Onları kimse dışlamazdı. Yabancı olmalarını önemsemeyen bir yerde yaşarlardı.
Kendilerini bir yere ait hissederlerdi. Benim aksime.
Annemin bilmem kaç dakikadır beni salonun ortasındaki koltuğa dikip başımda bekleyişleriyle, anlattıklarıyla kendimi dünyanın tam ortasında izimi kaybetmiş gibi düşüncelere dalmazdım. Beni evimden uzaklaştıran o düşünceler beynimi çalmazdı.
"İki kent arasındayım."
"Beomgyu, bilemiyorum. Belki senin buraya gelmen çok iyi bir fikir değildi."
"Belki mi?" dedim alayla. Kollarını göğsüne toplamış üstten üstten bana bakıyordu. "Söylediklerinle çelişme anne. Geldiğinden beri burnumdan getiriyorsun zaten."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yüreksiz kavgaların ziyanı -taegyu
Fanfikcenerede olursan ol, hangi mevsimde olursan ol, birlikteysek yaz gibi hissediyorum. 180621