"Sürekli değişen, hiç kalıcı ve samimi olmayan insan ilişkileri..." diye geçirmiş kitabında Franz Kafka. Terleyen avuç içlerimden dolayı buruşan ince kapağı tırnak ucumla mahvederken, ona hak verip vermediğimi düşündüm. Hiçbir zaman düzenli insan ilişkileri içersinde olmadığım geldi aklıma. Bunun nedeni bendim. Samimi değillerdi, bunun da nedeni bendim. Etrafım yapmacıklıktan ibaretti ve hep böyle devam etti. Bu kadar şikayet etmem de haksızlık olmasın bu arada, çünkü onlar bana neyse ben de çevreme karşı oydum. Sahte gülüşler, sahte sevinçler ve tebrikler... Her şey kurgudan ibaretti. Seul benim için böyleydi; İğrenç, soğuk ve karanlık bir şehir. Bu şehrin kabus karanlığından da yalnızca kendi ördüğüm duvarlarımla kurtulacağımı düşünürdüm.Fakat şimdi oradan çokça uzakta, asıl kişiliğimin olduğu yere adım atmak üzereydim. Bu kasaba benim doğuşumdu. Belki de yaşadığım süreçte de reankarnasyon yaşıyor ve burada yeniden doğuyordum. Aynı kişi, aynı görünüş, farklı biri olarak.
Kafamı arka koltuğun camına yaslayıp öylece izlediğim yol artık tanıdık görsellere dönüştü. Kasabının girişindeki tanıdık çitler karşıladı beni ve adını sanını koyamadığım bir bulantı hissettim. Araba tutmasından çok, felaketin geleceğini bildiğin sınav anını beklemek gibiydi. Sanki tam göğsümün üstünde bir alev topu vardı ve ağzımdan çıkmayı bekliyordu. Hüzün dolu bir hisse benzettim. Bir şeylerin alışkanlığından uzaklaşmak ya da asıl alışkanlıklara yaklaşmaktı. Hangisi gerçek bilmiyorum. Yalnızca midemi dürten rahatsız edici bir histi ve buna alışık değildim.
Sonra sarsıldım. Kusmam için son bir hamleymiş gibi.
"Noldu?"
"Bilmiyorum, araba arıza yaptı. Bakarım şimdi." diyip çıktı. Babama, hiç tanımadığım bir adamla beni buraya yolladığı için ona yüzyılın tribini atmam ve telefonda saatlerce mırın kırın etmem gerekirdi ama bunu yapacak gücü kendime bulamamıştım.
"Kaputu açıp baktım ama çözemedim. Biraz bekleyelim bakalım biri geçer burdan." Açık ön kapıdan dolayı sesini gayet net duyuyordum. Yalnızca başımı salladım ve arka camı açıp kollarımı orda sallandırdım. Tanıdık kokuyordu dışarısı.
Çokça tozlu kumlu bir yol, çevresinde onlarca ağaç... benim gibi birinin pek aramadığı görüntüydü bunlar. Normal bir zamanda ya da başka bir yerde, haşereler üstümde geziniyor hisseder ve o tozlar üstüme yapışır gibi olurdu. Fakat burası öyle değildi. Tozunda bile çocukluğum vardı. İçimi buran anılar beni yaralıyordu. Bu hissi deli gibi özlemiştim.
Dalgınlığımın sonunu çalan telefonum getirdi. Ekranın üstünde yanan isimle, dudak kenarlarımın kendinden kıvrıldığını hissedince yanaklarımın içini dişledim. En yakın arkadaşım Hyuck arıyordu.
"Seni kaçık orospu."
Yakınız demiştim.
"Merhaba bile demeden bu iltifatını neye borçluyum?"
"Şaka mı yapıyorsun yoksa beni sınamak için mi böylesin?" Tabii ki nedenini biliyordum. Son sınavların da bitişiyle Hyuck'un, "abi gel bu yaz hot boy summer ya!" diyişini önce onaylamış sonra da onu yarı yolda bırakmıştım. Belki yurtdışı tatili bizi peklerdi ama plana sadık kalmayan bendim. Ona haber vermeden pılımı pırtımı toplayıp şehri terk eder olmuştum.
"Sana söylesem bana engel olacaktın."
"Tabii ki olacaktım. Resmen köye gidiyorsun ve tek başına nasıl eğleneceksin aşırı merak ediyorum. Yaptığımız tatil planlarını ektiğinden bahsetmiyorum bu arada. Bak yine seni düşünüyorum, altını çizmek isterim."
"Öncelikle kasabama köy diyip durma seni mahvederim. Ayrıca büyükannemi çok özlemiştim, yapacak bir şey yok. Biliyorsun, aklıma bir kez düşsün yeter. Onu yaparım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yüreksiz kavgaların ziyanı -taegyu
Fanfictionnerede olursan ol, hangi mevsimde olursan ol, birlikteysek yaz gibi hissediyorum. 180621