🕸 19 🕸

209 29 62
                                    

Nefes almakta zorlandığımı hissediyordum. Daha doğrusu etraftaki bu rutubet dolu koku. Gözlerimi yavaşça araladım ve tavandaki sallanan lamba ile karşılaştım. Işık bir yandan gözlerimi alırken bir yandan da beni kendime getirmişti sanki. Başımı kaldırdım ve o an her şeyi fark ettim. 

Sandalyenin birinde ellerim ve ayaklarım bağlanmış bir şekilde oturuyordum. Etraf düşündüğümden daha karanlık ve penceresi yoktu. Bulunduğumuz yerde ışıklar olmasa önünü görmek neredeyse imkansızdı. Dikkatimi çeken şeyler ise yatak, buzdolabı, eski bir dolap, çalışma masası, eski bir televizyon, ocak ve fırın, kitaplık ve çok sayıda kesici alet masanın üzerindeydi.

Resmen küçük bir evdi burası. Belki de gerçekten öyleydi. Evin tek eksiği pencereydi ve ben nerede olduğumu kesinlikle bilmiyordum. Tam bu sırada ise duyduğum ayak sesleri ve ışığın duvara vurması ile bana doğru gelen bir gölge görmüştüm. O gölge yavaş adımlarla önüme geldiğinde tanıdık bir beden karşımdaydı. Ve o benim aksime oldukça neşeliydi.

"Sen..." diyebildim sadece. Çünkü karşımdaki kişinin kim olduğuna mı yoksa üzerinde sadece dar pantolonu ve siyah dantelli sutyeni olmasına mı, ya da elindeki fileto bıçağı ile tırnağını törpülemesine mi?

"Tekrar görüşmek güzel değil mi Jimin?" diye sordu ve başını kaldırmadan yan bir bakış ile bana baktı.

"Senin bir şeytan olduğunu boşuna düşünmüyor musun? Tanrı'ya sırf seni tekrar görmemek için kaç kere dua ettim bilemezsin." dedim ama o güldü. 

"Bu evde Tanrı yok Jimin." dedi ve ocağın oraya gidip üzerinde kaynayan çaydanlıktaki suyu boş bir bardağa döktü. Sıcak suyu koyması ile havaya karışan buhar berbat bir koku vermişti. Aslında bu koku tanıdık bir şeyin kokusuydu. Ama rutubet yüzünden tam anlayamamıştım. "Tanrı yıllar önce bu evi terk etti." dedi ve fincanını eline alıp bana dönerek.

"Neredeyim ben?" diye sorduğum sırada boğuk ama başka adım sesleri duydum. Birileri konuşuyordu ama ayak sesleri gibi bu seslerde boğuktu.

"Tabii ki de Manoban ailesinin evindesin." dedi küçük bir kız gibi. 

Gözlerinde yalan yoktu. Bu ona güvendiğimden değil. Doğruları birer bilmece gibi söylüyor ve benimle oynuyordu. Dikkatlice etrafa bakındım ve etrafın tuğlalarla olduğunu fark ettim. Ne bir bodrum katı, ne de bir çatı katıydı. Sanki labirent gibiydi.

Bir dakika...

Evdeyim, sesleri duyabiliyorum ve burası tıpkı bir labirent.

"Siktir!" diye mırıldandım ve içtiğini yudumlayan Lisa ile gözlerim buluştu. "Burası evin duvarları." dedim ve bir şey demeden öylece olduğu yerde tur attı.

"Sen aslında burada hiç çalışmıyorsun. Başından beri burada olduğumuzu biliyordun. Evin duvarları arasında yaşıyor sonra birden ortaya çıkıyorsun."

Durdum. Ve yapbozun tüm parçaları sırasıyla yerine oturuyordu. Oradan oraya hareket eden o bebek. Peder Dongi'nin bize bebeğin temiz olduğunu söylemesi...

"Çünkü sen Pranpriya'sın." dedim dehşete düşmüş ifadem ile. Şu anda beynim karıncalanıyordu.

"Mmm eksik oldu... Pranpriya Lalisa Manoban." dedi ve gülümseyerek yanıma geldi.

Endişe, dehşet, korku tüm iliklerime işlerken onun kucağıma oturmasına bile bir tepki verememiştim. Tabii bunu yapması ile bardakta içtiği şeyin kan kokusu olduğunu fark etmiş oldum. Böylece kendime geldim ve tiksinerek yüzümü uzaklaştırmaya çalıştım.

"Bu ne?" diye sordum ve öksürdüm. "Kan." dedi omuz silkerek. Sanki her gün içiyormuş gibi benimle dalga mı geçiyordu bu?

"Ne kanı? Fare kanı mı? Senin gibisi anca fare kanı içer herhalde."

Secret Face || VlisminkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin