Hamle...
Satrancın temel ilkesi.
Şahı koruma uğruna piyonların kendilerini feda etmek zorunda bırakıldığı, vezirlerin bir hiç sayıldığı, kalelerin birer birer düştüğü kıvrak bir zeka ürününün tepkisi.
Bu oyunun şimdiye uyarlanmış halinde şah, vezir ya da piyon rolündekiler kim ya da kimlerdi?
Oyunun kuralları kim belirlemişti?
Kendisinin intikam adını koyduğu karşısındakinin de bunu hamle olarak değerlendirdiği bu denge oyununda öne geçen kimdi?
Eğer onun şimdi yaptığı oyun kuralları dahilindeyse oyunu baştan kaybetmişti.
Her düşüş yeni bir kalkışın müjdesiyse eğer; o artık koşmaya başlayacaktı.
Rakip hamlesini fazlasıyla yapmıştı.
Kendisi de fazlasıyla cevap verecekti.
Emir Kuzey'e doğru ilerleyip bir adım kala durdu. Bir süre yüzüne ifadesiz bir suratla baktı. Naz o sırada nefesini tuttuğunu farketti. Bu konuda yalnız değildi anlaşılan. Tüm sınıfa büyük bir sessizlik çökmüştü ve bu kez gözler ayaktaki ikiliyi izliyordu. Naz da dahildi bu gruba.
Herkes gelecek hamleyi bekliyordu. Dahası tahminler yürüyordu kulağına kesik kesik gelen kelimelerden anladığı kadarıyla.
Emir, Kuzey'in boyu uzun olduğu halde ondan birkaç santim uzun olduğundan hafifçe eğildi. Kulağına sadece ikisinin duyabileceği şekilde bir şey söyledi. Ardından gevrekçe gülümsüyerek başını kaldırdı ve mağrurca etrafı taramaya başladı. Dudaklarındaki tebessüm yerini korurken gözleri aradığı hedefi buldu.
Naz.
Gözleri... Gözleri çok şey anlatıyordu. Gözlerinden çok şey okunuyordu. Gözleri durmaksızın konuşuyordu. Ve Emir'in gözlerinden okudukları kendi açısından olumlu denebilecek, umut vaat edecek cinsten değildi. Bu bakış farklıydı. Korkunçtu. En önemlisi ruhsuzdu.
İfadesizlik o güzel yüzünü bürümüştü. Ruhsuz bakışı can acıtıcıydı, can yakıcıydı, ironik biçimde can alıcıydı. Naz'ı böylesine içine hapseden bu gözlerdeki can alıcılıktı. Aldığı geri vermiyordu bu gözler; dipsiz bir kuyu misali. Naz'ı asıl dehşete düşüren buydu galiba. Dipteki karanlık, kahvenin koyu tonlarında huzursuzca kıpırdanıyordu. Kıpırdandıkça daha çok karanlığa gömülüyordu; gömüldükçe daha da huzursuzlanıyordu. Baktıkça içine çekileceğin, çekildikçe bakacağın kahve karanlık. Kendini bulamıyordu bu gözlerde artık. Bu gözler artık kendisinin değildi. Farklı bir şeyler vardı. Tanımlayamayacağı bir şeyler. Karanlık bir şeyler.
Naz daha fazla bu bakışlara maruz kalmamak için Kuzey'e baktı. Kuzey olduğu yerde duruyordu. Afallamış bir hali vardı.
Nefesler sesli bir o kadar da sıkılgan biçimde dışarı verildi. Beklenen klişe sahnenin gelmemesi üzerine öğrenciler büyük bir hüsran ve tatminsizlik eşliğinde olağan hallerine döndüler.
Emir bakışlarını kesip bu kez seri adımlarla sınıfın kapısına ilerledi.
Naz o an fark etti kapının kenarında durup bütün olan biteni izleyen üçüncü şahsı.
Gözlerin yeni sahibini.
Gözlerin yabancısını.
Hale'yi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SADECE İZLE
RomanceYıkılmışlık... Terk edilmişlik... Çaresizlik... Hissetmesi bile bir mucizeyken, güneşin doğması mümkün müydü yeniden.. Çevresindekilerin gözünde kendinden emin, ayakları yere basan,sarsılmaz bir mizaca sahip sert kız profili çizmişti. Altında yatan...