𓂀XVII

4.5K 575 244
                                    

"Hazır mısın?"

Saçlarımı taramak için elime aldığım işlemeli tarağı yerine bırakırken sahiden hazır mıyım? Gözlerimi aynadan arkamdaki bedene çeviriyorum bu soruyla ve yanımda o varken asla hazır olmayacağımı düşünüyorum. Onunla gideceğim yer ise bunu daha çok tetikliyor, ayaklarımın zemine çivilenmesine neden oluyor, bir milim bile kımıldamak istemiyorum.

Bu yüzden cevap vermeyip çarmıha gerilmesini umduğum ayaklarımı yenilmişlikle hareket ettirerek odamdan ilk çıkan oluyorum. Beni takip eden adımlar. Kalbime bir balyoz davası açıyor; hakim şiddetle, yüzeyi belirlediği organının dokusuna indiriyor tüm vuruşlarını. Yüreğimdeki mahkemenin bulunduğu duruşma salonunu kilitliyor berceste kimliğim yoksa sonucu duyacak, yiyeceği yılları hesaplayacak, çok iyi biliyorum.

Hoş, şimdi de gerginliğimi atmak için merdivenlerin kaç basamaklı olduğunu sayıyor, bulduğum sayıyı birkaç kez farklı rakamlarla çarpıyorum. Sekiz kere sekiz altmış dört, en başından bir şeyleri diyememe çarpı bunu devam ettirme pişmanlık.

Üzerimde her daim gösterdiğim özen nedeniyle salaş krem rengi hakim yaka bir gömlek, sol göğsümde kendim tasarladığı zarif bir broş ve kahve tonlarında klasik bir pantolon var. Saçlarım bal küpünden biraz açık, gözlerimle öyle bir uyum içerisinde ki çevrem bana bal çocuk veya kehribar diyor; babam, otuzuma dayanmış olsam da balım diye seviyor beni.

Yaş ve zaman.

Hiç önem taşımayan bu iki yaşanılan kavram benim için bir çimen kadar yavan, bir çerçeve kadar düz ve onlar adına söylenmiş sözleri hak edecek kadar afili değil.

Ancak bir süredir konuştuğum birinin yaşı ve zamanı tüylerimi diken diken ediyor.

Etmemesi gerekiyorken üstelik.

Neticesinde manolyalar uğruna sevilen iri yarı adamdım, Taehyung'tum ve bir ilişkim vardı. Birlikte yaşadığım, bir şeyler yaptığım biri vardı hayatımda. Bu sevgiden oldukça uzaktı, aramızda çıkar ilişkisinden başka bir şey yoktu aslında. Hayatlarımızı düzene sokmak için bu yola başvurmuş ve alıştığımız için de içinde bulunduğumuz durumu değiştirmemiştik.

Ama yine de ne bir arkadaş denirdi ne de bir tanıdık. Yabancıdan farkı yoktu, Rousseau bana dair tek bir şey bile olmamıştı.

Jeon'a bir sıfat biçebiliyorken ona sadece adıyla sesleniyorum.

Sorun Rousseau'da.

Siyah saçlara, siyah gözlere sahip yarı Alman bir genç, beni yalnızca izliyor. Boş bakışlara, boş bir ağza sahip. Uzun cümleler kurmak nedir bilmez, ağzından kısa kısa cevaplar firar eder. Oysa içimdeki Taehyung'un en uzun sohbetleri hak ettiğini iyi bilir, onu doyurmayacak diyalogları değil. Rousseau dokunuşları tanımaz, elleri berbat, Tanrı şahit rutin işleri dışında elleriyle ne yapacağını bilmez. Oysa içimdeki Taehyung saçları örülmesi gereken biri, mesafelerle yetinebilen değil. Rousseau ruhu canlı olsa da bunu belirli kişilere gösteren bir tip, onun dışında buzdan sarkıtlar gibi ve soğuk olduğu yetmezmiş gibi sivri de. Oysa içimdeki Taehyung kollar arasına alınacak, sımsıcak edilecek kadar el üstünde tutulması gereken biri, soğuk bir kıtada yaşamaya mahkum edilmiş bir yalnız değil.

Rousseau'dan olsa gerek bunları hep kendi başıma yaptım. Sohbete ihtiyaç duyduğumda birkaç yakın dostumu arıyor veya son zamanlarda ilk istasyonum olan Jeongguk'la konuşuyordum. Temas istiyorsam komşumun kedisi bana yetiyordu. Üşüyorsam çok kumaş vardı; kabanlarım, şapkalarım ve şöminem bir hayli ısıtıyordu. Aslına bakınca bunları yapmamın yegâne sebebi Rousseau değildi zira kendimi bildim bileli böyleydim.

2b jeon's jewelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin