2. Bölüm: Can acıtan gerçekler

31 3 1
                                    

İkinci bölümüm ile sizlerleyim. Umarım beğenirsiniz. 😊


Gözlerimi açtığımda hiç bilmediğim loş ışık alan bir odada yatakta yatıyordum. Odada sadece bir yatak, bir gardırop ve benim ulaşamayacağım yükseklikte bir pencere vardı. Kapısı kapalıydı ve odada kimse yoktu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama kalktığım gibi başımın dönmesi de bir oldu. Mecburen tekrar yatağa oturuverdim. Tekrar kalkmayı denedim. Bu sefer başarmıştım. Güçsüz adımlarla tahta kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapıya ulaştığımda kapıyı gücümü en sonuna kadar kullanarak açmaya çalıştım ama sonuçsuz kaldı.

Nerede olduğumu, beni kimin kaçırdığını ya da ne kadar zamandır burada olduğumu bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey varsa o da buradan olabildiğince çabuk çıkmam gerektiğiydi. Ben tam bunları düşünürken kapı gürültülü bir şekilde açıldı ve hemen gözlerimi kapının açıldığı tarafa doğru çevirdim. İçeriye cüssesinden orta yaşlı olduğunu tahmin ettiğim bir adam girdi. Işıktan dolayı yüzünü tam olarak seçemiyordum. Bana doğru birkaç adım daha attığında yüzü belirginleşti. Siması tanıdık geliyordu. Çok tanıdıktı... Ama bir türlü kim olduğunu çözemiyordum. Gözleri beni baştan aşağıya süzerken yanık izimin olduğu elimde takılı kaldı. Sonra da ela gözlerini gözlerime dikerek '' Hoş geldin Uğurböceği, hoş geldin Beste... '' dedi.

Karşımda dikilen adamın kim olduğunu veya da nasıl bir pislikte olduğumu bilmiyordum. Ama kurduğu cümle bazı sorularımın cevaplarını almama yetmişti. Karşımda duran adam, annemle babamın öldüğü ve herkesin kaza olarak nitelendirdiği, elimdeki yanığın sebebi olan o yangın ile ilgili hatırladığım o cümleyi kuran tek kişiydi.

Donuk bir sesle ''Sana her şeyi anlatacağım ama önce yemek yemelisin. Aç olduğunu düşünüyorum. Serra sana giyecek ve yiyecek bir şeyler getirir.''

İçimden bir ses isim benzerliği olduğunu söylüyordu, en yakın arkadaşımın ailemin ölümüyle ilgili bir şeyler bilen bir adamla bağı olamazdı değil mi? Olmamalıydı...

Ağzım kilitlenmiş gibiydi. Başımı sallamaktan başka hiçbir şey yapamadım. Çünkü ne bağırıp çağırmanın ne de kaçmaya çalışmamın bir manası vardı. Dışarıdaki siyah giyimli adamlar kapının aralığından gözüküyordu. Buradan onlar çıkmamı istemediği sürece çıkabilmemin imkanı yoktu.

Adam odadan ayrıldıktan yaklaşık bir on beş dakika sonra kapı tekrar gürültülü bir şekilde açıldı. Kapının eşiğinde elinde bir tepsi ve kolunda da içinde kıyafet bulunduğunu tahmin ettiğim bir poşetle Serra belirdi. Küçüklüğümden beri aşina olduğum o yeşil gözleri ve siyah saçları nerede olsam tanırdım. Ama burada... Tanımak istemiyordum. Donup kalmıştım. Titrek sesimle ''Serra...'' diyebildim sadece. Serra ise gözümün içine bile bakamıyordu. Üzgün bir sesle ''B...ben özür dilerim.'' dedi.

Şuan her şeyden çok bir rüyada olmayı diledim. Ağladığımda annemin benim yanıma gelip 'Bir şey yok kızım hepsi kötü bir kabustu, ben senin yanındayım.' demesini diledim ama... Her şey çarpıcı ve can acıtan gerçekliğiyle gözümün önünde seriliydi.

Bir anda uzun zamandır ağlamadığım kadar şiddetli bir şekilde hıçkırarak ağlamaya başladım.

Bir anda uzun zamandır ağlamadığım kadar şiddetli bir şekilde hıçkırarak ağlamaya başladım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

 

Benim ağlamamla birlikte Serra da daha fazla kendini tutamadı ve o da elindekileri yere bırakıp çömelerek ağlamaya başladı. Konuşmuyorduk, sadece ağlıyorduk... Benim gözyaşlarım ihanete uğramanın verdiği acıyla yere düşerken. Onunkilerse ihanet etmenin verdiği acıyla yere düşüyordu. İkimizi eskiden birbirimize bağlayan duygu mutluluk ve neşeyken şuanda hissettiğimiz tek bir duygu varsa o da acıydı. Acı duyuyorduk... Her şeyden.

İHANETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin