Enes'in bu otağa gelmesinin tek nedeni o gizemli sandıktan çıkacaklara göre Köksal'ın Bulut'la ne derdi olduğunu anlamaktı. Hayatının en garip gecelerinden birini yaşayacağını nereden bilebilirdi?
Otağın önüne varır varmaz, hatta atından tam inemeden kollarına yapışan iki kadın ve çevresini saran daha birçoğu tarafından otağın baş köşesine kurulmuş bir yer sofrasına paldır küldür götürülmüştü.
Köşede bir grup kadının çaldığı kopuzun tıngırtısına karışan cilveli gülüşler ortamı ne kadar canlı kılıyorsa, altındaki minder kümesinin rahatlığını tadamadan öylece oturan Enes de bir o kadar cansızdı. Başka bir dünyadan gelen bir yabancı olduğu doğruydu ama konuşkan kadınlardan ve eğlenen müşterilerden oluşan bu ortamda tamamen dışlanmış hissediyordu. Bu otağ her ne kadar yabancı olduğu bir dünyanın parçası olsa da içeri girince yepyeni bir dünyaya daha ışınlanmış gibi hissetmişti.
Alnından dökülen terleri sık sık yenine siliyordu silmesine ama gözlerini ne tarafa çevireceğini bilemiyordu. Yuvarlak yer sofrasının etrafını saran minderlere konmuş birbirinden güzel kadınların farkında olmadığı bir gerçek vardı; ne kadar gözünün içine bakıp pek anlamadığı ince şakalar yapsalar da Enes ilgilenmiyordu. Kendisini eğlendirmeye çalışan insanlara karşı hissettiği mahcupluğa rağmen güler yüz gösteremiyordu. Böyle renkli bir ortamda fazla karamsar kalıyordu.
On dakikalığına Bulut gibi davranabilse en azından çevresini saran kızların yanında süt çocuğu gibi gözükmezdi!
Neyse ki Pekşen'den çok geçmeden yanıt geldi, Bulut'unu bekletecekti. Haberi gönderdiği kızla beraber sandığı da göndermişti. Kız, ahşap sandığı Enes'in önüne koyup konuştu. "Görklü Pekşen kırıldı, paramparça oldu." Sonraki cümleyi ise ezberden okuyabilmek için epey çaba sarf etmesi gerekti, bütünüyle hatırlaması duraksamalarla beraber birkaç dakika sürse de sonunda mesajı iletmeyi başardı. "Bulut Bey Pekşen'ini görmeye değil de armağan ettiği sandığı geri almaya geldiği için döktüğü gözyaşları, Börü'nün yıllardır yüzünü görmediği yağmur olup bozkıra yağacak yakında."
Enes mesajı iletmeye çalışan kızı suçlamadı çünkü kendi de pek bir şey anlamadı cümleden. Pekşen'in ne söylemeye çalıştığına kafa yormadan Kalım'dan anahtarı alıp büyük bir beklentiyle küçük sandığı açtı. İçinden çıkanlara masanın etrafındaki tüm gözler şaşkınlıkla bakakaldı. Sandıktaki hazinenin olağanüstülüğünden değildi bu şaşkınlık. Aksine, içinden çıkan kırışmış parşömen ve küçük, renksiz taş öylesine tekdüzeydi ki sandığa duyulan ilgi bir anda uçup gitmişti.
Etrafındakilerden öğrendiğine göre Bulut düşman eline düştüğü gece, babasıyla ava çıkmadan önce buraya gelmişti ve körkütük sarhoş olmuştu, sandığı da burada bırakıp gitmişti. Pekşen günlerce sandığı açmaya uğraştıysa da başarısız olmuştu. Otağda çalışan herkes türlü yollarla sandığı açmaya uğraşmış, hatta çevrede at koşturan yiğitler bile denemişti ama nafile. Sandığı açmanın tek yolu özenle oyulmuş at motiflerini içeren ahşabı kırmaktı ama Pekşen buna razı gelmemişti. Böylece günlerce sandığın içinde ne olduğu tüm otağ halkı ve çevresi tarafından büyük bir merak konusu olmuş, türlü türlü ihtimaller dilden dile dolaşmıştı. Hatta şu an çalgıcıların çaldığı şarkı Pekşen'in Sandığı isimli yeni bir besteydi.
Beklentilerin çok altındaydı sandığın içinden çıkanlar. Buradakilerin güzellik algısına uymadığı belli olan çirkin bir taş ve Enes'in bir kızın elinden alarak ateşe atılmaktan son anda kurtardığı kâğıt. Tüm otağı saran hayal kırıklığını görebiliyordu Enes. Günlerdir eğlenceleri olan sandık efsanesinin gizeminin bir anda tuzla buz olması kimseyi tatmin etmemişti.
![](https://img.wattpad.com/cover/253266783-288-k786589.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRTNALA
RomanceEnes geçirdiği ağır kazadan sonra gözlerini açtığında eski çağlarda yaşayan bozkır beyi Kara Bulut'un bedeninde bulur kendini. Kazanoğlu Kara Bulut Han olarak nam salmış bu beyin karmakarışık hayatının gizemlerini çözmeye uğraşırken kendisi hakkında...