Deli adamın söyledikleri doğruydu. Enes başka bir bedende uyanmıştı.
Bunun nasıl mümkün olduğunu anlamaya uğraşmadı bile, maalesef o kadar fizik bilgisi yoktu. Buradaydı işte. Bambaşka bir dünyada garip yaratıklar görmüş, bir büyücünün şeytan çıkarma ayinini izlemişti.
İyice ürperdi. Yani o gece, kendi dünyasında ölmüş müydü?
Adamın söylediklerini hatırladı. ...sen burada Kara Bulut Bey'in bedenindesin, o da muhtemelen senin bedeninde. Tabii eğer ruhu bir yerlerde kaybolmadıysa, ya da senin bedenin yaşamayı başardıysa...
...senin bedenin yaşamayı başardıysa...
Yani yaşıyor olma ihtimali vardı. O zaman buraya geldiği gibi geri gidebilirdi.
Geri gidebilirdi değil mi?
Mutlaka bir yolu vardır, değil mi?
Enes kendini küçücük hissetti. Boğaç sırtından desteklemese çoktan yere yığılmıştı. Ne yapacağını bilemez bir halde endişeyle gözlerini etrafta gezdirdi. Havanın kararmaya başladığını fark etti, yaşlı adam ise ortada yoktu. Olsa ne olacaktı ki? Değneğini sallayıp Enes'i kendi dünyasına gönderebilir miydi?
Enes kafasını oynatmadan yanındaki gence çevirdi gözlerini. Çok yakındı. Yandan görebildiği çenesi ve hafif aralık kırmızı dudakları, kulağından sadece birkaç milim ötedeydi.
Enes, soğuk sırtından akan bir damla teri hisseder hissetmez bu yakınlığa daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı. Ama vücudu öyle acıyordu ki anında dengesini kaybetti. Yine Boğaç'ın yardımıyla ayakta kalmayı başardı.
"Hop-" dedi Enes'i belinden yakalarken. Dengeyi sağladıktan sonra boştaki eliyle Enes'in yanağına yapışmış ıslak saç tutamını aldı ve kulağının arkasına koydu. "Hadi eve gidip iyileştirelim seni."
Enes titrek bir nefes kaçırdı. Hayatına giren insanlar bir elin parmaklarını geçmediğinden Enes'le ilgilenen pek kimse olmazdı. Sadece göle düşmek ya da başka bir dünyada ağır yaralarla uyanmak gibi uçuk durumlarda değil, üşüttüğünde kimse elini alnına koyup ateşine bile bakmazdı.
Küçükken okul yolunda çocuklarının çantalarını taşıyan babalar gördüğünde garipserdi. Çünkü kendi babasına kalsa, bırak çanta taşırken yorulan oğlunu düşünmeyi, o ikinci el çanta içindeki kitaplarla beraber sobaya atılacaktı. Bazen çocuklar sınıfta doğum günlerini kutlarlardı. Enes bunu da çok tuhaf bulurdu. Lezzetli yemekler yiyeceği için mutlu olsa da böyle şeylere önem veren, her şeyi organize edip elinde fotoğraf makinesiyle etrafta koşturan veliler ve coşkuyla "iyi ki doğdun" diye şakıyan arkadaşlar çok yabancıydı. Enes'in zaten sınıfta doğum gününün kutlanması mümkün değildi, yazın doğması bunun nedenlerinden biri olsa da, asıl neden ailesinin hayatında bir kere bile doğum gününü hatırlamamasıydı. Onlara kızmıyordu aslında, doğum gününü kendisi bile hatırlamazdı ki!
Enes'e kendisinin bile göstermediği, hiç alışık olmadığı bu ilgi, fantastik bir dünyada, oyun karakteri gibi giyinmiş bir yabancı tarafından gösterilince Enes kendine acısın mı, yoksa durumun saçmalığına gülsün mü bilemedi.
Biraz öteden gelen endişeli sesle Enes'in düşünceleri bölündü. "Bulut Ağabey!"
"Ağabey! Bulut Ağabey!"
Boğaç sesin geldiği yöne dönünce yüzündeki rahat gülümseme bir anda söndü, kaşlarını anlı kırışana kadar çattı. Enes'in belindeki eli sıkılaştı, hiç bırakmayacak gibi tuttu. Ama hemen sonra bakışlarını Enes'e çevirdi ve doğrulmasına yardım etti. O sırada, sesin sahibi genç kız nefes nefese yanlarına vardı, Enes'in kollarını sıkıca kavradı. Enes'i kendisine çevirip gözlerinin içine baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRTNALA
RomanceEnes geçirdiği ağır kazadan sonra gözlerini açtığında eski çağlarda yaşayan bozkır beyi Kara Bulut'un bedeninde bulur kendini. Kazanoğlu Kara Bulut Han olarak nam salmış bu beyin karmakarışık hayatının gizemlerini çözmeye uğraşırken kendisi hakkında...