.....
(Minhyuk'un ağzından)
Odamda oturuyorum. Çok sıkılmıştım. Jooheon odasında kitap okuduğu için yanına da gidemiyordum. Kitap okurken rahatsız edilmeyi hiç sevmez kendisi. Şuan yapılacak en mantıklı ey ormana gitmekti. Hemen hazırlanıp dışarı çıktım. En sevdiğim yerlerden biri olan gölün kenarına gittim. Buranın elflerin olduğunu biliyordum ama yine de gelmemde bir sakınca yoktu. Tek yapmam gereken bir elfle karşılaşmamak.
Orman yolunda yürüyordun saat 8'e geliyordu. Sonunda göle vardığımda iki tane beden gördüm. İkiside hemen hemen aynı boylardaydı ve sivri kulakları vardı. Bir dakika ne? Sivri kulakları mı var!!! Başıma en gelmesini istemediğim şey geldi. Ne kadar şansız bir vampirim. Tam geri dönecekken bir dala bastım, lanet olsun. Elflerden bir tanesi kılıcını çekerek yavaşça yanıma yaklaşmaya başladı. Bende önüne atladım. Kılıcını bana doğrultmuştu. Onu biraz inceledim. Kahverengi saçları, parıldayan gözleri vardı ve benden biraz kısaydı. Ardından konuşmaya başladı:
-Sen kimsin?
-Ah beni tanımıyor musun?
Sesim biraz rahat çıkmıştı buda onun tek kaşının havaya kalmasına neden olmuştu.
-Tanımam mı gerekiyor?
Ah salak Minhyuk tabiki de tanımaz o bir elf. Neyse bozuntuya vermeden cevap verdim.
-Evet ben vampir prensi Lee Minhyuk.
Bir süre sessiz kalınca devam ettim.
-Ah tabi tanımazsın, sen bir elfsin ve artık çeksen mi şu kılıcı tedirgin oluyorum beni öldüreceksin diye ama zaten istesende öldüremezsin yoksa krallığımız size saldırır.
Hafifçe sırıttım. Biliyorum, biraz sinir bozucu ve ukala davranmış olabilirim ama karşımdakini sinir etmek hoşuma gidiyordu. O anda hiç beklemediğim bir şey oldu. O suratıma yumruk mu atmıştı. Ben öylece kala kalırken o arkasına bakmadan gitmişti. Şoktan kurtulduğumda sinirden köpürüyordum. Bana nasıl böyle birşey yapabilirdi, kendini ne sanıyor bu.
Sinirli bir şekilde saraya doğru uçmaya başladım. Eğer bir daha karşılaşırsak sana bedelini ödeticem mini elfcik.
Hızlıca merdivenleden odama çıktım. Üstümü değiştirdim ve Jooheon'un yanına gittim. Bugün olanları ona en ince ayrıntısıyla anlattım. İlk başta şok olsa da sonradan aklına birşey gelmiş gibi gözlerini aniden açtı.
-Karşılaştığın elflerin kafasında taç var mıydı yada ne bileyim iyi giyinimli miydiler?
-Taç yoktu ama iyi giyinimliydiler. Hatta baya, resmen prens gibi giyiniyorlardı.
Jooheon bana '' sen aptal mısın?'' bakışları atarken ben ona anlamaz şekilde bakıyordum. Sonra ne demek istediğini anladım. Acaba gördüklerim elf krallığının prensleri miydi? İşte öyleyse işler değişirdi. Jooheon'a iyi geceler diyerek odadan çıktım ve odama ilerlemeye başladım.Odama vardığım gibi yatağa attım kendimi ve o elfi düşünmeye başladım.
(Kihyun'un ağzından...)
Sabah uyandım. Yatağımdan kalkıp perdelerimi açtım. En yakın arkadaşlarımdan biri olan aynı zaman komutan Shownu aşağıda askerlere kılıç ile ilgili temel bilgiler öğretiyordu. Arkamı döndüm ve önümü banyoya çevirdim kısa bir duşun ardından kıyafetlerimi giyinip kahvaltıya indim ve yerime oturdum. Babam gayet sakin görünüyordu, demekki dünkü yumruk atma işini duymamıştı. Hızlıca kahvaltımı yaptım. Bugün biraz ormanda dolaşacaktım. Nedense orman bana hep huzur vermiştir.
Okumu ve kılıcımı alıp dışarı çıktım. Shownu beni görünce hemen yanıma geldi.
-Nereye gidiyorsun Kihyun-ah.
-Sadece biraz canım sıkıldı bende ormanda biraz dolaşıcağım. Sende gelmek ister misin?
-Ah çok isterdim ama eğitimim var bugün. Sonra görüşürüz. Dikkat et.
Ona el sallayıp arkamı döndüm ve ormana doğru yürümeye başladım.
Hikaye biraz kısa olmuş olabilir. Diğer bölümü en kısa zamanda yayımlayacağım.
Görüşmek üzere.
Yorum yaparsanız ve takip ederseniz sevinirim~