Bir kart, bana da bir kart! Ben üç gün, üç gecedir ağzıma lokma koymadım! Bir
ekmek! Ama ne kimse bana bir kart verdi, ne de ben kimseden bir kart
isteyebildim. istesem şüpheleneceklerdi. Şahsi durumumu kurcalayacaklar, kim
olduğumu anlayacaklardı, yanlış beyanda bulunduğum için tevkif edeceklerdi
beni... Bir milyoner pozu takınarak, başım havada, ellerim ceket ceplerime
sokulu, belediyeden çıktım.
Güneş sıcak sıcak parıldıyordu, saat ondu, Young meydanında insanlar
kaynaşıyordu. Nereye gidecektim? Elimi cebinim üstünde gezdirip yazımı
yokladım; saat on birde yazı işleri müdürüne uğramak istiyordum. Bir müddet
parmaklığın önünde durup altımdaki hayatı seyrettim. Elbiselerim buram buram
tütmeye başladı. Açlık yeniden baş gösterdi; bağrımı kemiriyor, sarsıyor,
ince ince saplanışlardan canım yanıyordu. Tek dostum, tek tanıdığım yok muydu
başvurabileceğim? Hafızamda bana ödünç on öre verebilecek birisini bulmaya
çalıştım, bulamadım. Nefis bir gündü; bol güneş, bol ışık vardı etrafımda;
gökyüzü dağların üzerinden bir nazlı deniz gibi akıp gidiyordu...
Farkında olmadan atölyenin yolunu tutmuştum.
Açlık fena yükleniyordu, yolda bir tahta talaşı buldum, çiğnemeye başladım,
iyi geldi. Daha önce düşünseydim ya bunu!
Giriş kapışı açılmıştı. Seyis, her zamanki gibi, günaydın dedi. Hava çok
güzel!
Evet!, cevabım verdim. Söyleyebildiğim tek şey bu oldu. Ondan bir kron borç
isteyemez miydim? Memnuniyetle verirdi parası varsa. Bir keresinde ben ona
bir mektup yazı vermiştim üstelik.
Duruyor, yutkunuyor, bir şey söylemek istiyordu.
Hava güzel. Şey... Bugün ev sahibine kira vermem lazım. Bana bir iyilik
etseniz de beş kron borç verseniz? Sadece birkaç gün için. Siz bana evvelce
de bir yardımda bulunmuştunuz.
Hayır, mümkün değil, Jens Olai, diye cevap verdim.
Şimdilik imkansız. Sonra belki, öğleden sonra belki.
Merdivenleri güçlükle tırmanıp odama çıktım. Kendimi yatağa bırakarak
başladım gülmeye. Şu hınzır sansa bakındı; benden önce davranmıştı seyis!
Şerefim kurtulmuştu. Beş kron... Allah esirgesin azizim; aşevi hisse
senetlerinden beş tane yahut Aker'de bir köşk de isteyebilirdin benden!
Bu beş kron düşüncesi, beni kahkahayla güldürüyordu. Ne heriftim ben, değil
mi? Beş kron! Hani tam da adamına çatmıştı doğrusu! Neşem artıyordu, koy
verdim kendimi bu neşeye: öf be, bu yemek kokusu da ne! öğlene hazırlanan bu
halis ve taze pirzola kokusu, öf be! Bu iğrenç kokuyu defetmek için penceremi
hızla açtım. Garson, yarım biftek! Masaya dönüp, yazarken dizlerimle
desteklemek zorunda olduğum o kırık topal masaya, derin bir reverans yaptım,
sordum: Bir bardak şarap emreder misiniz efendim? Hayır mı? İsmim Tangen'dir,
Bakan Tangen. Maalesef dışarında oyalandım da... Kapının anahtarı...
Ve dolu dizgin, düşüncelerim, dört bir yana koşuşuyorlardı. Abuk sabuk
konuştuğunum farkındaydım daima; işitmediğim, anlamadığım tek söz söylediğim
olmuyordu. Yine zırvalıyorsun dedim kendime; dedim ama bunu önlemek
imkansızdı benim için. Uyanık yattığım halde uykuda konuşuyordum sanki.
Kafam, acısız, tazyiksiz, hafifti gayet; gönlüm ise bulutsuz, berrak.
Sürüklenip gidiyor, dayatıp direnmiyordum.
Buyurun içeriye buyurun! Bakın, her şey yakuttan. Ylajali, Ylajali! Kırmızı,
dalga dalga ipek divan! Ne kadar da hızlı nefes alıyor! öp beni sevgilim,
daha çok, daha. Kolların kehribardan sanki, dudakların alev alev... Garson,
bir biftek söylemiştim...
Penceremden içeri güneş doluyordu, altta beygirlerin yulaf yediklerini
işitiyordum. Oturuyor, bir küçük çocuk gibi memnun, sevinçli tahta talaşını
emiyor, boyuna cebimdeki yazıyı yokluyordum. Bir kerecik olsun düşünmediğim halde yazının cebimde olduğunu bana bir içgüdü söylüyor, hatırlatıyordu.
Dayanamadım yazıyı cebimden çıkardım.
Islanmıştı; kağıtları açıp güneşe serdim. Sonra odamda gezinmeye başladım. Ne
kadar da sıkıcıydı her şey! Yere, dört bir yana ince, uzun şeritler halinde
teneke kırpıntıları saçılmıştı. Oturacak ne bir iskemle vardı, ne de çıplak
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeniden Doğmak
Fiksi Remaja"İçimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum"