8. BÖLÜM

103 42 36
                                    

Fırtına öncesi ölüm sessizliği gökyüzünü de ele geçirmişti. Boğucu bir hava, kurumuş boğazlar, can çeken toprak ve kırılmayı bekleyen bulutlar... Yağmur tüm haşmetiyle yağacak ve bu ıstırap da son bulacaktı.

Araz pencerenin önünde kurumaya yüz tutmuş sukulent bitkisinin yanına ağır adımlarla yaklaştı. Küçük yapraklarına rağmen oldukça güzel bir bitkiydi. Yapraklarına parmağının ucuyla dokundurdu. 'Sende mi öz suyunu kaybettin yoksa.? Eli yapraklarında gezintiye çıkarken dudaklarının arasından dökülüvermişti cümleler... Kendine benzetmişti. Özünü terk etmişti yalnızlığına... Kırmadan, incitmeden, üzmeden sevmek önemlidir ama bizi kırdılar, incittiler, üzdüler... Arkasını döndüğünde yatağın kenarındaki boş bardak dikkatini çekmişti. Hızlıca o yöne doğru giderek boş bardağı yerinden aldı ve lavaboda yarısına kadar su doldurup tekrar pencerenin önüne gelerek elindeki suyu toprağına kavuşturdu.

Tedirgin bakışları cama yansıyordu. Belirgin bir değişiklik gözlemleniyordu. Hüznün en derin çizgileri göz bebeklerini sarmıştı. Sokak lambaları teker teker kapanıyordu, çoğu insan için artık telaşlı dakikalar başlamıştı. Araz, pencereden dışarıya baktığında otobüs durakları tıklım tıklım dolmaya çoktan başlamıştı. Pencereye sırtını vererek bir süre içeriye yansıyan ışıkla koltuğun üzerinde iki büklüm yatan annesine ve sakinleştiricinin etkisi ile uyumaya devam eden Adele baktı. Bakışları Adel de takılı kaldı. Pürüzsüz yüzü nemlenmişti. Göz çukurları belirginleşmişti. Dudakları cansızdı. Uzun boynunda ter damlaları kaderini çizerek kendi yolunda süzülüyordu.

Var olan umutlarının artık tamamen yok olduğundan emindi. Kararını vermişti. Artık geri dönüşü yoktu. Hislerinin sonsuza kadar kalbine gömecekti. Bunu bir sır olarak kalbine kilitledi. Sevmek acıtmaya başlamıştı.

Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Gece söz verdiği gibi karanlığına gömülmüştü. Araz, koridora doğru çıkıp biraz hava almak istedi. Odadan dışarı çıktığında koridorun sonunda erkek doktor ve yanında iki tane hemşiresi ile geldiğini görünce tekrar odaya girerek kapıyı kapattı. Araz, annesini uyandırmak istemiyordu ama mecburdu uyandırmaya bugün taburcu olup hastaneden çıkacaklardı.

Kapı sertçe açıldı. Doktor ve hemşireler içeri girdi. İri yapılı, uzun boylu, genç olan doktor son kontrolleri tamamlayınca artık gitmeye hazırlardı. Kısa boylu iki hemşirede doktorun arkasından geçmiş olsun dileklerini söyleyerek doktora göre daha nazik bir şekilde kapıyı kapatıp çıktılar.

Çıkışa geldiklerinde her şey tamamlanmıştı. Emily Beyaz rengindeki arabasını hastanenin girişine park etmişti. Araz, Adel'i yavaş ve dikkatli adımlarla arka koltuğa yatırdıktan sonra kendisi de şoför koltuğuna geçti. Emily ön koltukta oğlunun yanına oturdu. Evleri çok uzakta değildi. Hastaneden çıktıklarında hava bulutlanmaya başlamıştı bile. Kara bulutlar kendini göstermişti. Artık kış gelmişti bunu iliklerine kadar hissediyorlardı.

-"Yağmur geliyor?" dedi Emily araza doğru başını çevirerek.

-"Galiba." Araz yoldan bakışlarını ayırmadan annesine cevap vermişti.

Adel sessizdi. Bakışları buğuluydu. Ruhundaki çöküntü iyileşemeden bir yenisi daha eklenmişti. Sanki gönlü hüzünlü olmaya mahkûmdu. Vicdanı artık delirme noktasına gelmişti. Sırtında çok fazla yük vardı ve artık kaldıracak gücü yoktu. Nefes almakta zorlanıyordu. Kalbi olduğundan daha hızlı atmaya başlamıştı. Sanki bir el boğazına yapışmıştı. Boş midesi bulanmaya başlamıştı. Puslanan gözleri karanlık tarafından ele geçiriliyordu.

"Durdur arabayı!" bir eliyle ağzını tutarken diğer eli karnının üzerindeydi. Solukları hızlanmıştı. Normal düşünemiyordu.

"Ne? Ne oldu Adel? Adel?" Nefesi kesilircesine bağırıyordu. Cevapsız sorulardan nefret ediyordu. Ani fren sıkarak arabayı susturmuştu. Hızlı hareketlerle arabadan inip arka kapıyı açıp Adel'i dışarı çıkardı.

BUZUN SESSİZ ÇIĞLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin