Adel kendine geldiğinde saat epey geç olmuş, hava çoktan kararmıştı. Caddedeki var olan tek sokak lambasının çelimsiz ışığı az da olsa yatak odasını aydınlatmaya yetiyordu. Yatakta huzursuzca kıpırdandığında kaç saattir uyuduğunu kısa bir an için düşündü. Doğrulup ayağa kalmak istediğinde başında ki şiddetli ağrı varlığını hissettirircesine zonkladı. Yorgun vücudu hastalıklı gibiydi. Boşluk, dipsiz derin düşüncelerine yeniden düşmesine yardım etmişti. Üç can dedi. Üç can bu kazada hayata gözlerini yumdu. Üç can sevdiklerini geride bıraktı. Onları seven insanlar onlarsız kaldı? Ölmek mi daha acı verici yoksa geride kalmak mı? Gözlerini her kapattığında o kaza anına sebebiyet veren sözleri vicdanını öldürüyordu. Acı yüreğini ateş gibi yakıp kavuruyordu. An'lar hiç bu kadar bir insana derin acıları yansıtır mıydı? Her yara ölüm kadar acıtır mı? Yoksa ölüm bir acıdan mı ibaret? Düşüncelerinin girdabındaki cevaplanmayı bekleyen kaç soru daha cevapsız kalacaktı... Gözlerinden süzülen yaşlar canını yakmaya başlamıştı.
Düşüncelerin derinliğine inince hep çıkmaz sokakla karşılaşıyordu. Zayıf vücudunun üzerindeki kalın yünlü battaniye bile ağır gelmişti. Yorgundu. Halsizdi. Sessiz bakışlarına çarpan ise rüzgârın uğultusuydu. Yataktan kalktığında gözlerindeki dipsiz sızı canını yakmaya yetmişti. Banyoya gidip soğuk su ile yüzünü defalarca yıkadı. Ne kadar kendine gelmek istese de bir türlü gelemiyordu. Kafasını lavabodan kaldırınca aynadaki yansımayla yüzleşmek zorunda kaldı. Sanki ela gözlerine kan bulaşmıştı. Gözaltlarındaki şişlik saatlerce ağladığına işaret ediyordu. Dudakları solgun, canı çekilmiş gibi görünüyordu. Kehribar rengi saçları başının arka tarafında bir hâle görünümü vermişti. Banyo dolaplarını karıştırıp rastgele çıkardığı bir tarak ile saçlarını tarayıp salaş bir topuz yaparak banyodan tam çıkacakken son kez aynadaki yansımasına baktı. Ruhsuz görümüne can verecek sahte gülümsemeyi yüzüne yerleştirip dışarı çıktı. "Eğer annem ve babam hayatta olsaydı bu halime üzülür ve kızarlardı. Kendime gelmeliydim... Bir daha ağlamayacağıma söz vermiştim ve sözümde durmam lazım..."
Yatak odasından çıktığında mutfakta Araz'ın sesi geliyordu. Antreyi geçerken salonda ki koltuğun üzerinde Kath'in montunu gördü. Gözlerindeki yaşlar tekrar can buluyordu. "Hayır, hayır, hayır..." başını hızla sağa sola sallayıp bakışlarını tavana dikti. Hayır ağlamayacaktı. Hayır. Güçlü olmalıydı. Bunu kendi için yapamıyorsa bile Araz, Savaş ve Kath için yapmalıydı. "Onlar için..." dedi bir tane gözyaşı kendi gibi boşluğa düşerken.
Mutfağa girdiğinde Kath, ocağın başında tavada bir şeyler kızartıyorlardı. Araz elindeki market poşetleri ile buzdolabının başında dolaba aldığı birkaç malzemeyi yerleştiriyordu. Emily ise salata yapmakla meşguldü...
"Kolay gelsin." Dedi dudaklarına son dakika tebessümü yerleştirerek.
Tüm gözler içli ve meraklı bakışlarla Adele bir anda döndü.
"Bence gelip bize yardım etmelisin... Belim koptu bu poşetleri taşırken." İsyankar gülümsemesini küçük dudaklarına kondurmuştu.
"Hemen geliyorum." Mahcup bir gülümseme belirmişti acı dolu bakışlarının altında.
"Nasılsın Adel?" dedi Emily soru sorar gözlerle bakarken.
"Şimdi daha iyiyim." Bakışlarını bir an için arkasında ocağın başında köfteye benzer bir şeyler kızartan Kath kaydı. Araz poşetleri yavaş yavaş dolaba yerleştirirken Adel de poşetleri tutuyordu. Bir poşet daha biterken arkasını dönüp Kath daha yakından baktı. Şişman vücuduna rağmen çevik hareketle yapıyordu. Kısa gümüş rengi saçlarını arkadan toplamıştı. Bir elinde Beyaz steril bir eldiven takılıydı. Diğer elinde ise maşayı tutuyordu. Kızarttığı köfterleri tabağa yerleştirip tezgahın üzerindeki pişmeyi bekleyen diğer köfteleri tavaya sırayla diziyordu. Sanki yıllardır aşçılık mesleğiymiş gibi büyük bir saygıyla özenle işini yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZUN SESSİZ ÇIĞLIĞI
Чиклит"Bu hayatta her şeyini kaybetmiş birine, gökkuşağının renkli olduğunu kimse inandıramaz." -E.C BUZ DANSI❄