100 bin kez

5.3K 361 148
                                    

Hissiz gibiydim; şu ana kadar hayatımda çok kez hissiz olduğumu düşünmüştüm fakat şimdi gerçekten, ben duygularımı hissedemez olmuştum.

Küvette uzanırken donup kalmış, her şeyi sorgular olmuştum bir anda. Başımı küvetin sert bir yanına yaslamış suyun içinde büzülen bedenimi kendime doğru çekmiştim.

Su soğuktu, anlayamadığım hislerim gibiydi.

Sadece düşünüyordum, her şeyi düşünüyordum. Zihnimde biriken sorular bana hiç yardımcı olmuyor, tükenmiş göz yaşlarım akmıyordu artık.

Taehyung gitmişti, benim onu terk ettiğim gibi, beraber büyütme hayalleri kurduğum Kihyun'u da almış, her şeyi yüzüstü bırakarak siktir olup gitmişti.

Yüzümü buruşturdum, artık ağlayamıyordum.

Daha çok büzüldüm küvette, bacaklarımı kendime doğru çekip dudağımı ısırdım. Zihnimdeki sorularla başa çıkamıyordum.

Ona kızamazdım, buna hakkım yoktu. Benim ona kızmaya hiçbir zaman hakkım olmamıştı.

Üstelik gitmesinden henüz 2 gün geçmişken.

Küvetten kalkarak sessizce ayaklandım. Burnumu çekmiş, omuzlarım ağlayamama rağmen sarsılırken savsak adımlar atarak banyonun kapısına asılı havluma sarınmıştım. Nasıl çıktıysam öyle bıraktım banyoyu ve dağılmış hatta darmadağın olmuş evimi düşünmedim.

Burası benim evim değildi, bizim evimizdi. Ve ben farkına varamadan ellerimden kayıp gitmişti gerçek evim. Bu denli dağılmış ve duygularımda ezilmişken bir evsizden farkım yoktu da artık.

Yürüdüm, bacaklarım titredi onun resimlerini salonda gördüğümde ama sustum. Konuşmaya hakkım yoktu, susmalıydım. Biraz daha gezindi gözlerim salonda. Onun yere atılan kıyafetlerini gördüm, Kihyun'un unuttuğu birkaç oyuncağına baktım sonra.

Üşüdüm, kalbim üşüdü o an. Nefeslerim sıklaşırken ne zaman yere attığımı bilmediğin fotoğrafları elime aldım ve oturdum sadece 2 gün önce beraber oturduğumuz koltuklara. Kurduğunu sandığım göz yaşları doldurdu gözlerimi yeniden, sanki hem yanıyor hem de üşüyordu bedenim.

Ve ben artık sevgilimi gördüğümde acı çekiyor gibi hissediyordum.

Sonra zil sesini duydum. Günlerdir duyduğum telefonun sesi değildi bu sefer. Kalktım ve çalan kapıyı umursamadan üatüme Taehyung'un çıkarıp attığı, gitmeden önceki gece ona verdiğim pijamaları giydim.

Hâlâ kokusu gitmemişti.

Yanağımdan bir damla yaş süzülürken kapıya sertçe vuruluyordu. Duyduğum seslere karşılık ıslanmış yanağımı sildim ve güçsüz adımlar atarak kapıyı açtım.

Kapıyı açar açmaz bir çift elin beni itmesi bir olmuştu. "Piç!" Diye bağırışını işittim tanıdık bir sesin. "Neden telefonlarımı açmıyorsun, aptal puşt!" Yüzümde hissettiğim yumrukla kafam geriye savrulmuş, birkaç adım geriye adımlamıştım.

Yüzümü buruşturdum. "Hoseok." Diye fısıldadım günlerdir konuşmadığım için çatallayan sesimle.

"Aptal." Dedi fısıltıyla. "Beni ne kadar korkuttuğunu biliyor musun sen, aptal." Sinirle inip kalkan göğüsünü gördüğümde bir tepki verememiştim. "Kendine bir şey yaptığını sandım." Diye devam etti cümlesine. Daha sakindi, sakin ve bana acıyor gibi konuşmuştu.

Acınası olmalıydım.

Kendi duygularımı bile hissedemezken başkalarının duygularını düşünememiştim. Omuzlarım sarsılırken kafamı çevirdim, yeniden göz yaşlarım akmaya başlamıştı. Hoseok bunu görmese daha iyi olurdu.

love in the shadow of fatigueHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin