Ölüm çok yakınımdaydı. Ölümden korkmuyordum ama böyle bir ölümde istemiyordum. Kendimle birlikte bir kişi daha götürecektim yanımda. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı, bedenim yorgundu. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Enis beni kolları arasına aldı ve kucakladı. Etrafımız mayınlarla çevrili olmasına aldırış etmeden yürüyecek miydi ?. Mayına basmak yerine olduğumuz yerde aç kalıp, tek parça halinde ölmeyi tercih ederdim.
Her adımı biraz daha korkmamı sağlıyordu. Adrenalin bedenime hükmediyordu. Gözlerimi kapattım ve bir daha açamadım.
Beni kendime getiren Enis'in endişe dolu sesi ve yüzüme geçirdiği yumuşak tokatlar oldu. Ölmemiş miydik ?. Ayağa kalktım. ''Yaşıyor muyuz ?. Sen. Nasıl yaptın bunu ?. Hiçbir mayına dokunmadan ilerlemeyi nasıl başardın ?.'' Hala çok şaşkındım. Ölüm ve yaşam ince bir çizgiydi. ''Soru sormadan sadece anı yaşasan ?.'' Bu söz bana ağabeyimi hatırlattı. O da çok soru sorduğumdan şikayetçiydi. Arabaya yürüdük. Yol boyunca sessizlik hakimdi.
Bu kez daha farklı bir yere geldik. Kasaba gibiydi. İnsanlar vardı ama çoğunlukla erkek. Belki de kadınların büyük bir kısmı evlerindeydi. Küçük ve sade bir evin önünde durduk. ''Burada kal ve sakın bir yere kıpırdama. Önceki gibi şanslı olmayabilirsin.'' Hatırlatmasa olmaz zaten.
Çok geçmeden gelmişti. Hava biraz esiyordu. Üşümüştüm. Küçük ve sade evlerden birine girdik. Kimse yoktu. Ev dışarıdan daha soğuktu. Bu evde klima olmayacağına göre soba olmalıydı. Salona baktım ve tam tahmin ettiğim gibiydi. Tek eksik odunların olmaması. Nereden odun alacağımı bilmiyordum. Ama Enis'e söylemeye de çekiniyordum. Dışarı çıksam kızabilirdi. Onu mutfakta yemek yaparken buldum. ''Burası çok soğuk. Sobayı yakacaktım fakat odun bulamadım.'' Üzerindeki ceketi çıkartıp bana uzattı. ''Sobayı yakmak daha akıllıcı değil mi ?. İkimizde üşümemiş oluruz.'' Ceketi yüzüme doğru fırlattı. ''Bununla idare et. İşim bitirince bakarım.'' Neden onu düşünmüştüm ki. Ceketi giydim. Ama ellerimde buz gibiydi. Ceketin fermuarlı olan cebine ellerimi soktum. Cebinden bir telefon çıktı. Bu benim telefonumda. Hem sevinmiş hem de kızmıştım. Telefonumun onda olduğunu hangi hakla söylemezdi. Hemen kilidi açtım. Annemi arayacaktım ki sim kartının olmadığını öğrendim. Sinirle mutfağa daldım.
''Telefonumun sende ne işi var ?. Sende olduğunu bana nasıl söylemezsin ?. Sim kartımı ver hemen şimdi.'' Merakla bana baktı. ''Arabada buldum. Sana verecektim ama unutmuşum. Telefonu bulduğumda sim kartı yoktu.'' Çok komik. Buna inanacağımı mı sanmıştı?. '' Demek bana vermeyi unuttun. Ucuz bir yalan oldu. Senden daha iyisini beklerdim.'' Öfkelenmişti. ''İçinde sim kartı bile yok versem ne olacaktı sanki ?.'' Konuşması beni daha fazla kızdırmaktan başka bir işe yaramıyordu. ''Ben Antalya'ya dönüyorum. Sana kolay gelsin.'' Kapıdan çıkarken yolumu kesti. ''Herkes seni İşid'e katıldı diye biliyor. Yerinde olsam gitmezdim.'' Ben kaçmamıştım, kaçırılmıştım. Böyle bir şeyin olması mümkün değildi. Fakat Türkiye de imkansız kavramı diye bir şey yoktu. Yandaş medya her şeyi yazabilir, her yalanı doğrulamak için uğraşabilirdi. Beni örgüte yardım ve bilgi taşımadan hapse bile attırabilirlerdi. Enis mutfağa dönmüştü. Bende doğruca odaya gittim. Hayatımdan nefret etmemi sağlayan bu adamdan tiksiniyordum. Bütün gün sustum. Yemek yemedim ve aç yattım.
Farklı bir sabaha uyanmak istiyordum. Tabii koşullar buna izin vermiyordu. Evde kimse yoktu. Enis erkenden kalkmış olmalıydı. Mutfağa geçtim ve ne var ne yok baktım. Kendime bir sandviç yapıp yedim. Kaç saattir ortalıkta yoktu. Salonda tüplü bir televizyon görmüştüm ama çalışıp çalışmadığından emin değildim. Kumandasını bulamayınca vazgeçtim. Odama gittim. Telefonumdaki fotoğraflara bakarak kendime işkence edecektim. Arkadaşlarım, annem, ağabeyim, teyzem ve eniştem. Fotoğraflara uzun uzun, dikkatle bakıyordum. Babamın bende olan tek fotoğrafında durdum. Sanki beni teselli edecek, bir şeyler söyleyecekti. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Akşam oluyordu. Enis hala yoktu. Zamanın geçmesi için duşa girdim. Su beni rahatlatıyordu. Tekrar Enis'in bana verdiği kıyafetleri giymek zorunda kaldım. Islak saçımı havluyla kuruttum. Bu sırada kapı çaldı. Enis gelmişti, doğruca odasına gitti. Çok bitkindi. Yanına gidip gitmemekte karasızdım.
Odadan ses geldi. Odaya girdiğimde Enis yerdeydi. Yanına gittim. Sayıklıyordu. Çok ateşi vardı, resmen yanıyordu. ''Noldu sana böyle ?.'' Tek kelime.
''Salgın.''
Yerde öylece yatıyordu. Ölmüş olabilir mi diye nabzını kontrol ettim. Yaşıyordu. Ama düzenli değildi. Ateşi hala yüksekti. Salgından bahsetmişti fakat ne hakkında olduğunu bile bilmiyordum. Saat geç olmuştu. Yarına kadar kendine gelirse bir çözüm yolu bulabilirdik. Acaba ateşini düşüeebilir miydim ?. Sonuçta tıp okuyorum, eniştemde doktor olduğu icin fazladan bilgi sahibiydim. İyi de tıp malzemeleri olmadan ne yapabilirdim ?. Kasabanın yakınında eczane vardı. Enis' i 5 dakika yalnız bıraksam heralde ölmezdi.
Dışarıda ürkütücü bir karanlık vardı. Köpek havlamaları uzaktan gelse de her an karşıma çıkabilir gibi hissediyordum. Tedirgin olmuştum. Bir yandan eczanede nöbetçi biri vardır diye dua ediyordum. Yükselen köpek sesleri ve etrafta kimsenin olmaması sürekli arkama bakma istediğimi yoğunlaştırıyordu. Eczaneden gelen ışık biraz olsun beni rahatlatmıştı. İçeriye girdiğimde sevecen bir kadın beni karşıladı. Sanki yanına dedikodu yapmak için arkadaş arayışındaydı. "Sen şu yakışıklı oğlanla gelen kız değil misin ?. Bu saatte tek başına ne yapıyorsun ?." Benim gibi çok soru soran biriyle tanışmak cidden can sıkıcıymış. Sorularını umursamadan isteklerimi sıraladım. Hemen etki etmesi için penesillin iğne almam gerekiyordu. Kendime güveniyordum. Çabuk iyileşmese bile iyileşmesine yardım edebilirdim.
" Deposilin penesillin iğne, ateş düşürücü şurup ve maske alacaktım. Sizde mevcut mu ?." Salgın kavramı kulağa pek hoş gelmiyordu tedbir amaçlı maske takmalıydım. "Anlaşılan cevap vermiyeceksin. 1 dakika bekleteceğim iğne arka depoda." Birkaç dakika içinde gelmişti. Burada sigorta geçiyor muydu ki. Nasıl ödeyecektim diye düşünürken kadın konuştu. " Sanırım para almayı unutmuşsunuz. Yarın ben Enis' den alırım. " Enis' i tanıması çokta garip gelmemişti. Sonuçta içlerinden biri olarak biliyorlardı.
Enis' i yalnız bırakmıştım eve gitmem gerekiyordu. Arkama bakmadan koşarak eve döndüm. Enis bıraktığım yerde ter içinde yatarken buldum. Yatağa yatırmak çok zor oldu ama başardım. Üstündekini çıkaracaktım ki homurdanmaya başladı. " Ateşin var üstündekini çıkarmam lazım. " Tişörtü çıkardıktan sonra mutfağa geçerek dolapta ne var yok baktım. Bazı otlar bulmuştum, hepsini karıştırarak bitki çayı yapıp bal ile karıştırdım. Odaya geçip maskemi taktım ve şurubu içirdim. Bitki çayını içmemekle dirensede tamamını içti. İlk yardım kutusunda bulduğum ateş ölçer ile saat başı ateşini kontrol ediyordum. Biraz olsun düşmüştü. Yaptığım penesillin ve içirdiğim şurup ile bitki çayı işe yaramıştı.
Sabah kendimi çok bitkin hissediyordum. Uzun süre uyumuşum. Yatağa baktığımda Enis yoktu. İyileşir iyileşmez nereye giderdi ?. Beni her gün evde tek başıma bırakıyordu. Bu kadar önemli ne olabilirdi ki. Yatakta bir not buldum.
" Bir süre eve gelmeyeceğim. Sende etrafta fazla dolaşma. H1N1 virüsüne yakalanmanı istemem. Tedavi olup seni bulacağım."
Notu tekrar tekrar okudum. Beni hep yalnız ve çaresiz bırakan birine nasıl güvenmiştim ?.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstila
Fantasíaİnan bana acı çekecek ruhum yok benim... Hissizim. Hiçbir şekilde canımı yakamazsın.Öylesine vurdum duymaz,öylesine umursamazım ki... Ve tüm bunlar beni özgür, güçlü ve korkusuz kılıyor.Seni sınırlayan tüm bariyerlerin temelinde korku var.Düşü...