0.2 "made all my moments your own"

25 3 0
                                    

"Boş zamanlarında ne yapıyorsun?" diye bana yönelttiği soruyla elimdeki boş kahve bardağını sehpanın üzerine bıraktım. Biraz mayıştığımı hissettim. Ev oldukça sıcaktı ve Calum'un bedeninden yayılan kokunun beni uyutmak için elinden geleni yaptığını söylememe gerek yoktu. Kolumdaki saate baktığımda saatin gece üç buçuk olduğunu ve biraz uykumun geldiğini farkettim. İçtiğim bir kaç biranın çakırkeyifliğimin üzerinde gayet iyi bir etkisi olmuştu. Kahve içtiğim için ayılacak olduğumu düşünmüştüm ama günün yorgunluğu ile çok bir anlam ifade etmemişti.

"Çizim yapıyorum." dediğimde, "Boş zamanlarında demiştim." dedi alayla.

"Hayır bu sefer bina çizmiyorum. Küçük silüetler yaratıyorum, onlara bazı lakaplar takıp karakterize ediyorum." dediğimde uzun zamandır resim çizmediğimi aklıma getirmiş bulundu. Yeni bir projeye başladığımız için tek yaptığım inşaatı kontrol etmek, raporlar yazmak ve projenin gidişatına göre çizimlerin tekrar üzerinden geçmekti. Bu projenin içinde bulunmak beni son zamanlarda fazlasıyla yormuştu. Sadece uyuyup çalıştığım bir sürecin içerisine girmiştim.

"Boş zamanlarında bile çizim yapıyor olman oldukça zor değil mi? Ne çizersen çiz, sonuçta işin de bu." dediğinde gerçekten başka bir hobiye sahip olmamanın sinir bozucu ezikliğini hissetmiştim.

"Kendime çok zor vakit ayırıyorum, pek bir uğraşım yok. Eve geldiğim saatlerde çoğu arkadaşım yatağında uyuyor oluyor." dedim hiç bir şey yapmıyor oluşumun suçunu arkadaşlarıma atarak.

"Şanslısın ki benimle tanıştın, geç saatlere kadar uyanığım. Yalnız değilim." dedi kollarını açarak, bulunduğumuz saati buna örnek olarak göstermek istercesine. "Sen boş zamanlarında ne yaparsın?" dediğimde hevesle sanki bunu sormamı bekliyormuş gibi anlatmaya başladı.

Keskin yüz hatlarına bakmaktan kendimi alamıyordum. Kahverengi gözlerinin, dolgun dudaklarının kıpırdamasını izlerken konuşmamıza odaklanmak benim için oldukça zor oluyordu. O kadar uykum gelmişti ki, şu an oturduğum koltukta onunla kıvrılıp uyumak istiyordum. Bir yere gitmeye, bir adım atmaya bile gerek duymadan, hemen şimdi birlikte uyumak. O tatlı, hafif, kekremsi parfümü değildi bana bunları düşündürtenler, ince uzun parmaklarının etrafımda sarılı olmasına duyduğum açlıktı, istekti. Gözlerimin kısılmaya başladığını hissetmiştim, uykunun geldiğini hissettiren hafif esinti bedenimi sarmıştı, Calum'un kollarının aksine. Yastığa fazlaca gömülmüş olmanın verdiği etkiyle gözlerimi kapattım.

// sabah

Gözlerimi Calum'un konuşma sesleriyle aralamak, ve bu şekilde uyanmak o kadar hoşuma gitmişti ki, duyduğum kızın sesiyle irkildim. "Onun burada ne işi var? Evi on saniye uzaklıkta ve burada kalmasını bana nasıl açıklayacaksın?" diyen öfkeli Alyssa'nın sesiydi bu. Gözlerimi tekrar uyuyormuşum gibi kapattım, gerçekten bu kaosun ortasında ne demem ve nasıl davranmam gerektiğini düşünemeyecek kadar yorgun ve halsiz hissediyordum kendimi.

"Tanrım, Alyssa! Sadece uyuyakaldı." diyen Calum'un sesini duydum. Keşke uyuyakalmasaydım, benimle sevişseydin, bedenime ufak öpücükler bıraksaydın, o gün Alyssa'ya dokunduğun gibi bana dokunsaydın.

"Calum.." diye mırıldanan Alyssa'yı öptüğünü anlamak çok zor olmadı. "Bebeğim, o da senin gibi çok içmişti, sızıp kaldı sadece." telaşla fısıldayarak konuşan Calum'un söyledikleri beynimde dönmeye başladı. Hayır, Alyssa kadar içip sarhoş olmamıştım, üstelik kahve içmiştik, ve sohbet etmiştik. Beni uyandırıp evime gitmem gerektiğini söyleyebilirdi. Böylesine basit bir konuda Alyssa'ya neden yalan söylemişti? Kapının tıkırtısıyla evden beraber çıktıklarını ve Alyssa'yı gönderdiğini anlamak uzun sürmedi. Yaklaşık bir kaç dakika sonra Calum içeriye girdi.

Gözlerimi araladım ve uyandığımı görmüş olmalı ki "Günaydın." diyerek bana baktı. "Günaydın. Burada uyuyakalmışım çok özür dilerim." diyerek doğruldum ve üzerime koyulduğunu farkettiğim battaniyeyi katlamaya başladım. Sanki onunla olmanın bana yarattığı sıcak hissi yetmiyormuş gibi bir de benim üstümü örtmüştü. Calum beni ona olan arzumun ateşiyle yakmak istiyordu.

"Mayıştığını farketmiştim ama uyuyacağını düşünmemiştim. Sonuçta beni tanımıyorsun." dediğinde artık biraz daha uzaktan izlemeye başlamam gerektiğini farkettim. Bunu ona hissettiriyor olmak canımı sıkmıştı. Ondan hoşlandığımı, onu arzuladığımı bilmesini istemiyordum.

"Tekrar üzgünüm." dediğimde mutfakta demlenmeye bıraktığı kahveyi bırakıp yanıma geldi. "Üzgün olma." dedi. Baş parmağıyla yanağımı okşarken. "Sanırım bizi duydun." diye ekledi. Elini yanağıma koymuş olması, teninin tenime değdiği anda oluşan yanağımdaki karıncalanma hissi sanki iç organlarımı yerinden oynatmıştı. İçimdeki onu öpme hissini, bana bu şekilde yaklaşma cesaretini göstermesi beni oldukça heyecanlandırdı. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, benim farkıma varmış olması içimdeki titremeye sebep olup, vücudumu ona yaslayarak onu öpme hissine neden oluyordu.

"Evet, sizi duydum." dedim elleri hala yanağımı okşarken. Elini yanağımdan çektiğinde gözlerimi hala ellerinden alamıyordum. Onu arzuladığımı farkettirmemekten daha zor bir şey varsa o da bana dokunmasına tepki verememekti. Beni etkisinde bırakan o büyü, onu tülün arkasında gizlice gözetlerken uzaktan o kadar güzel görünüyordu ki yaklaştıkça beni daha çok etkisi altına almıştı. Bu sihirdi. Beni adeta büyülemiş, istediği zaman bana istediğini yapmasına izin vereceğim bir durum haline gelmişti.

"Neyse, ne olursa olsun yanımda uyumuş olman hoşuma gitti, Ariel. Çok huzurlu görünüyordun." dedi o kısık hafif çekik gözlerini üzerimde gezdirirken. Keşke bana ben uyurken dokunsaydın demek istedim. Onun gitar tellerine bastırmaktan nasırlanmış parmak uçlarının bedenimde gezdiğini hayal etmek çok hoşuma gitti. Belki de ben uyurken bana dokunmuştur diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Ama bunu benim farkettiğim bir anda yapacak olması daha güzel olurdu.. Tanrım, bana dokunsaydı bana dokunduğunu bilmek, hissetmek isterdim!

"Sanırım artık gitmem gerekiyor." dedim kapıya doğru yöneldiğimde ardımdan beni takip etti. Kapıyı açtım ve suratıma vuran soğuk rüzgarın etkisiyle kumral saçlarım havada uçuştu.

Bahçesinde dün gece unuttuğum hırkamı elime aldım ve bana "Görüşürüz." diyen sesine karşılık elimi kaldırarak onu onayladım. Tanrım Alyssa'yı öptüğü gibi beni de öpmesini çok isterdim.

Beyaz demir kapıyı araladım ve yolu geçerek evimin bahçesine adımımı attım. Bahçeye girdiğimde kapısının kapanma sesini duydum. Kendimi eve koşar adımlarla attım. Kapıyı kapatır kapatmaz hemen sağımdaki pencereye koştum. Perdeyi hafifçe aralayarak ona baktım. Kahvesini kupasına doldurmuş keyifle yudumluyordu. Elinde bulundurduğu telefonla bir şeyler yazarken oldukça ciddi bir surat ifadesine bürünmüştü. Ayağa kalktı ve merdivenlere yöneldi.

Bu adam perde denen şeyden sanırım bir haberdi. Yatak odasında uçuşan ince tül hariç evinin hiç bir noktasında perdesi yoktu. Sanki onu gözetlememe kolaylık sağlamak için tüm engelleri aradan kaldırmıştı. Hızla merdivenleri çıktım ve yatak odama girdim. Rüzgardan dolayı uçuşan tülü yaptığı her şeyi gözler önüne seriyordu.

Eline gitarını aldı ve bir şeyler tıngırdatmaya başladı, gitarına o kadar yumuşak dokunuyordu ki sesini duymak oldukça güçtü. Sanki içimden şarkıyı söylüyormuşum ve gitar sesi zihnimde hayal ettiğim bir tınıymış gibi hissetmeme neden oluyordu. Sonra sesini duydum, o konuşurken ılık nefesini suratımda hissettiğim yumuşak sesiyle bir şarkı mırıldanıyordu.

don't try to wake me in the morning

cause i will be gone..

Sanki onu izlediğimin farkındaymış gibi, söylediği şarkının sözleri beynimin içinde yankılanıyordu. Perdeyi çektim, onu izlemeyi bırakıp kendimi yatağın üstüne bıraktım. Yanağıma değen parmaklarını hayal etmeye başladım.

there'll be a riot, cause i love you ➳ hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin