Eve gelip Kaan ve Kerem ağabeylerim ile biraz zaman geçirdikten sonra Hayat'ı onlara bırakarak biraz dolaşmaya çıktım. Bulduğum küçük bir tekelciden bira aldım ve sahile indim. İzmir'i gerçekten özlediğimi hissettim.
Buraya hep babamla gelirdik. Ne zaman kendimi kötü hissetsem sahilde anlatırdım ona. İlk aşık olduğum zaman ona burada anlatmıştım. Ondan annemle kavga ettiklerinde korktuğumu da ilk burada söylemiştim. Ne zaman ondan çekimsem burada konuşurdum onunla. Ne zaman kötü hissetsem, yalnız kalmak istesem sahile inerdim, çoğu zaman anlardı beni yalnız bırakırdı. Bir süre sonra geri gelip beni alırdı ve anneme hiçbir şey anlatmazdı. Birlikte gezdiğimizi söylerdi. O öldükten sonra bir daha gelemedim buraya, bana hep onu hatırlattığı için.
Artık eve dönme vaktinin geldiğini fark ettiğimde, hava çoktan kararmıştı. Hafif bir yağmur vardı ama rahatsız etmiyordu. Karanlık, bana sanki yalnız olduğumu ve hep yalnız olacağımı hatırlatmak istiyordu. Babam Arif ve annem Bahar olsa, belki bu kadar yalnız hissetmezdim. Yağmur öylesine sakin, öylesine usul usul yağıyordu ki, sanki temizlemek istiyordu; beni ve ruhumu... Onlar gittiğinde sadece on altı yaşındaydım, on altı. Bu haksızlıktı, çok korunmasız hissediyordum. Bir çocuğun elinden hayallerinin alınması, çok can yakıcı bir durum. Düşünsenize, belki bir gün evlenmek isteyeceğim, beni istemeye gelenlere karşılık "Kız evi, naz evi..." diyecek bir annem olmayacak. Tam gözlerimin içine bakıp, beni korkuttuktan sonra, verdim gitti diyip üzerime oturan öküzü bir anda kaldıran babam olmayacak. Böyle demem biraz onlara haksızlık farkındayım ama en kötüsü de, anneler gününde çiçek; babalar gününde saat alacağım bir ailem hiçbir zaman olamayacak. Onlar yaşasa, her şey ne kadar kolay olurdu, tek derdimiz belki de sabahları kimin ekmek almaya gideceği olurdu.
Yağan yağmur, birden şiddetlenmişti, belki de Tanrı düşündüklerime inat yapmıştı? Belki de beni bu düşüncelerden kurtarmak içindi? Montumun şapkasını kafama geçirip hızlı bir şekilde otobüs durağına doğru yürüdüm. Durağa gittiğim zaman, herkesin birine baktığını baktığını farkettim. Fotoğraf çekenler bile vardı ancak önümdeki insan yığınından dolayı görüş açım onu görmeye yetmiyordu. Biraz ilerleyip insanların arasına karıştım ve az çok görebildiğim kadarıyla, gözlerinin zümrüt yeşili olduğu bir adamla göz göze geldim. Saçları özenle taranmış görünüyordu. Gözlerinde nefrete benzeyen bir duygu vardı, belki de öfkeydi bu duygu ama öylesine içine kapanık duruyordu ki; sanki etrafı duvarlarla çevriliydi. Bu biraz ürpermeme ve geriye çekilmeme neden oldu. Ancak çok bakımlı birine benziyordu, sanki sakallarını bile saçları gibi tarıyordu.
"İnanamıyorum! Bu gerçekten Savaş Demirel mi?"
"Evet! İnanabiliyor musun? Koskoca Demirel Holdingin varisi, otobüs durağında!"
"Saçma, yani ben onun yerinde olsaydım her gün özel araçlarla kendimi evimden aldırtırdım. O kadar para başka neye yarayabilir ki sonuçta?"
Herkes kendi kendine birşeyler söylüyordu. Anladığım kadarıyla bu adam, yani Savaş, bir holdingin sahibinin oğluydu ve otobüs durağında beklediği için herkes şaşırmıştı. Ama yani şimdi, böyle boya posa geniş omuzlara sahip biri, ki beyaz siyah gömleğinin olmasına rağmen hafif belli olan kaslarını saymıyorum, model olsun abi ya. Ne uğraşıcak yok holding falan. Hem onun için de zeka gerekir. Ben zaten bundan dolayı en başta eleniyorum. Ne diyorum ben... Saçma sapan konuşma Hayal, o onun hayatı, bana ne.
🦋🦋🦋
¦Savaş Demirel'den¦
"Savaş Bey, kardeşiniz Türkiye'ye dönmüş. Bu sabah size ulaşamayınca bizim arkadaşlara şey demiş..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSİMSİZ
Teen Fictionya kalbinin en derinlerinde inandığın her şey yalansa? peki hisler de yalan söyler mi? yalan söylemediği tek bir konu vardı, isimsizdi... peki, o kimdi? maskenin altındaki sen kimsin? sonsuza kadar isimsiz kalamazsın... #3 - ♡♡ (26.04.23) #7 - ha...