"And what the hell were we?
Tell me we weren't just friends
This doesn't make much sense, no
But I'm not hurt, I'm tense
'Cause I'll be fine without you, babe"-
Yorgunum, yine. Herhangi bir yere gitmedim, biriyle konuşmadım ya da fiziksel güç gerektirecek bir şey yapmadım ancak az önceki hevesime kıyasla şimdi içimde küçük bir sevinç kırıntısı bile kalmamıştı. Aslında kolay mutlu olmayı bilen biriydim, zengin bir ailede büyümüş olmam okuldan eve dönerken sevdiğim bir cheesecake'in indirime girdiğini gördüğümde mutlu olmama engel değildi hiçbir zaman. Eskiden böyle büyük bir zenginlikleri olmadığından ailemden gelen bir alışkanlık mıydı bilmiyorum aslında, küçükkenden beri param çok olduğundan dolayı mutlu olduğumu hiç hatırlamıyorum. Cidden, tamam huysuzdum genelde, diğer insanlara da soğuk nevale kesilirdim güvenemediğim için ama aslında güvenmem küçük bir adım kadar da kolaydı mutlu olmam gibi.
Az önceki hevesime ve şimdi dolan gözlerime gelecek olursam, kendime kızıyordum. Uzun zamandır beklediğim bir filmi bitirmiştim daha yeni, çok beğenmiştim ve deli gibi heyecanlanmama sebep olmuştu. Oyuncular, görsel efektler, senaryo ve bir sürü güzel şey birleştiğinde tam sevdiğim bir yapımı ortaya çıkarmıştı, film bittiğinde biriyle konuşmak ve heyecanımı paylaşmak istediğim için telefonuma uzanmıştım. O an gerçekten mutluydum. Konuşacağım birinin olmadığı ise yüzüme çarpmıştı biraz sonra. Üzülmüştüm işte, gözlerim doluvermişti istemeden. Konuşacak kimsemin olmaması bazen canımı çok acıtıyordu. Kendim düşününce bile böyle hissetmek saçma geliyordu ama engel olamıyordum. Birileriyle yakın olmayı isterdim, yanlızlığı sevdiğim kadar konuşmayı da severdim aslında, sadece olmuyordu işte. Bu konuda cümlelerim bile tutarsızdı zaten, korkak ve aptal, büyümekten yoksun olgunlaşmamış biri gibi hissediyordum kendimi.
Bu saçma his yüzünden de gözlerim hala akmasına izin vermediğim yaşlarla doluyken elimde tuttuğum laptopumla Minho'nun kapısının önündeydim. Neredeyse günlerdir düzgün bir diyalog kurmamıştık, sessizdik, birbirimize arada attığımız bakışlarda her seferinde yakalanıyorduk ama ardından odalarımıza geri dönüyorduk. Bileğimde o geceden kalma tokası hala duruyordu, görmüştü büyük ihtimal ve kendisinin olduğunu biliyordu ama istememişti. Ben de çıkarmamıştım, bileğimde hoşuma gitmişti ve kendimi çıkarmak için zorlamak zorunda değildim o istemediyse. Tokasını çıkarmadım diye bir boklar olacağı yoktu.
Yani, şimdiki duruma bakarsak vardı ama o türden değildi, tek amacım filmi birlikte izlemek ve konuşmaktı gerçekten. Geçen günki şeyden pişman mıydım? Hayır, ama yanlış olduğunu bilecek yaştaydım. Bütün vasıfsızlıklarımın yanında en azından yanlış olduğunu bilmeliydim. Biraz heyecanlıydım, ikinci kez yanına gidiyordum, izlemekten zevk aldığım filmi bir başkasıyla izleyecek ve tartışacak olma düşüncesi bile beni heyecanlandırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Desire | Minsung
Fanfiction"Han Jisung, Lee Minho, gece gökyüzünde onlarla birlikte sabahlayan parlak cisimler ve durduramadıkları, her geçen gün daha da büyüyen birbirlerine karşı dolup taşan o aptal arzunun sürüklediği aşk..." Oh, he knows what I think about And what I thin...