3. Bölüm: TURUNCU YARATIK

70 21 69
                                    

Oy ve yorum yapmayı unutmayın!
Keyifli okumalar:)

3. Bölüm: TURUNCU YARATIK

İçinde bulunduğum araba her taşa değdiğinde bedenim havalanıyordu. O fayton konvoyunu gördüğümüzde annem hızla beni eve getirmiş, merak ve endişe dolu bakışlar eşliğinde at arabasına bindirmişti. Babamın endişeli, Eliza'nın umursamaz, Efes'in meraklı ve annemin dolu bakışları altında faytona binmiştim. Nereye gideceğimi bilmiyordum, veya neden bu arabada olduğumu.

Atlar daha önce tembihlenmişcesine hızla gidiyor, yanımdan benimle birlikte ilerleyen deniz bi' uzaklaşıyor bi' yaklaşıyordu. Pelerinin iyice bunaltmasıyla çıkartarak yanımdaki ahşap koltuğa bıraktım. Burnuma talaş ve ezilmiş çimen kokusu doluşuyordu. Bir film setinde gibi hissediyordum. Olanlara bir anlam yüklemek zordu. Pencereden içeri sızan rüzgar saçlarımı dağıttığında hızla tepeden bağlayarak dışarı baktım.

Piknik yapılan bir yaz sabahı gibiydi. Limonlu cheesecake yanında içilen limonata gibi, veya sabah erkenden denize gidip yüzdükten sonra evine gittiğindeki aldığın duşun ardından uyumak gibi, terledikten sonra eline aldığın soğuk bir içeceğin parmak uçlarını üşümesi gibi. Sanırım bu duş benzetmesini daha önce kullanmıştım.

En azından yolculukta bu yer hakkında biraz olsun bilgi sahibi olmak istiyordum. Ahşap tekerlek taşların üzerinde zıplarken ona ayak uydurarak dışarıyı izliyordum. Zihnimde ise Faun- Federkleid çalıyordu. Veya Süper Mario fon müziği. Bu huzurlu görünen ortama rağmen gergindim. Kimse oturup da bana bir şey anlatmıyor, bak kızım bu bu, bu böyle yapılır. Bunu yapıyoruz çünkü böyle deme zahmetine bile girmiyordu.

Gözlerim titrediğinde daha fazla dayanamayacağımı fark etmiştim. Usulca yanaklarımdan yaşlar süzülürken her şeyden nefret ettiğimi hissediyordum. Hiçbir şey anlamıyordum ve bu çok sinir bozucuydu. Kimse bana hiçbir şey anlatmıyordu. Bu bedenin içinde, bu dünyanın içinde öyle boğulmuş hissediyordum ki... Kollarımı kendime doğru çektiğim dizlerime sardığımda ağlayışım git gide şiddetleniyordu. Duygusal olarak büyük bir boşluktaydım. Büyük bir kalabalığın içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Okyanusun ortasında tek başıma kalmış gibi.

Omuzlarım sarsılırken yanımda gözyaşlarımı dahi silecek kimsenin olmamasının getirdiği yalnızlık beni iyice yaraladı. Her zaman birilerine ihtiyaç duyan bir kadın değildim fakat kendimi bambaşka bir bedende bulduğumda aileme ihtiyacım vardı. Resmen beni postalarcasına bir at arabasına bindirip nereye gideceğimi dahi söylemeden göndermelerini değil oturup bir şeyler anlatmalarını, bana destek olmalarını istiyordum. Bencil miydim? Hayır, onlar bencildi.

Yaklaşık bir saati devirdiğimizde karnım iyice acıkmıştı. Büyük ihtimal ağladığım için gözlerim kızarmış, sesim de kısılmıştı. Yanından geçtiğimiz ağaçlardaki meyveler ise bana hiç yardımcı olmamakla birlikte uzanamayacağım kadar uzaktaydı. Araba yavaş yavaş durduğunda elimin istemsizce belimdeki hançere kaydığını hissettim. Sanki bir şey yapabilecekmişim gibi. Derin bir nefes aldığımda pelerinimi alıp boynuma bağlayarak arabadan indim.

Ayaklarım yerdeki parlak çimenleri ezdiğinde gördüğüm ilk şey kalabalıktı. İnsanların çokluğu yüzünden nereye geldiğimi tam çözememiştim. Önümüzdeki büyük kayalar arkasını görmemizi engelliyor, insanların konuşmaları kulak tırmalıyordu. Her saniye yeni bir at arabası birkaç genç bırakarak geri dönüyordu. Herkes yirmili yaşlardaydı. Herkesin yüzünde aynı soğukluk ve donukluk yer edinmişti. Mahşer alanından farksızdı burası. Ama oksijeni çoktu. Yani çok yüksekte değildik, deniz rakımına yakın olmalıydık. Dağlar kızı Haydi gibi hissediyordum.

ZODYAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin