cumartesi /2

250 36 1
                                    

   Şikayetçi olduğu ses tonundan kulağıma çalınan adım hiç bu kadar ürpertmemişti beni. Eskiler, bir defterin karanlık bir kutuya atılmasından farksızdı, içine aldığı ilk ışık hüzmesinde göze çarpıyor; beni gör, al, sev gibi haddini bilmezce sözler sarf etme cüretine giriyordu.

   Kimse çıt çıkarmıyordu, koskoca evde sadece Hale'nin bastığı neredeyse her basamağın gıcırtısının sesi yükseliyor, kalbimin atışını kamufle ediyordu. Omzu omzuma değen Azra'nın bunu aksi durumda duymaması imkansızdı. Olduğumuz kata indiğinde bir süre durdu. O ifadesizliğinin yerini çok rahat anlayabileceğim yalancı bir gülüş almıştı. Yıllar çok olmasa da bir şeyleri değiştirmişti onda; en az kaşları kadar kara olan saçları beyazlamıştı, göz kenarları yelpaze gibi her farklı hareketinde kıvrılıp açılıyordu ve kafasından çıkarmadığı şapkası artık yerinde değildi. Farklılıklar ona güzellik katmaktan başka bir işe yaramıştı ama insanın yedisinden yetmişine asla değiştiremeyeceği şeyler vardı ve gülüşü bunlardan biriydi. Tam önümde durdu. Boydan boya hızlıca süzdü beni, incelemeden hiçbir detayı. Bende bir farklılık aramadı ya da bulamadı. Bir o kadar hızlı bakıp yüzüme:

         "Hoş geldin." dedi. Kızlar olmasa da eşlerinin şaşkın olduğu belliydi, az önceki yaygaradan sonra bu düşüşü fark eden Azra ve Emel iki kaş göz yaparak üstümüze atladılar. Grup sarılması diyerek bir şeyler gevelediler ama o anda tek hissettiğim Azra'nın sırtında kollarımızın üst üste yapışık durduğu Hale'ydi. Yılar sonraki ilk bakış, ilk söz, ilk temastı bunlar, ziyadesiyle olması gerektiği gibiydi benim açımdan. Ürpertici. Arada sırada aklıma düşen acabalardan başka bu deli dolu çocukluk aşkını, kalıntılarına önceden hasar tespit yapacak kadar ciddiye almamıştım. Ayrıldığımızda:

         "Hoş buldum." dedim. Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladığında kollarını cebine yerleştirdi. O sırada elindeki dövmesine ilişti gözüm, serçe parmağındaki tırnağın bitiminden başlayıp bileğindeki çıkık kemiğe kadar ulaşan ince bir çizgi. En son hatırladığıma göre hala ve bir o kadar da şimdilik tek dövmesi buydu. Büyük bir cesaretti o yaşta bir iz bırakmak hayatına birinden, o yapmıştı. Ben de öyle.

   Ortamdaki havayı değiştirmek için kızların biri dikkat geçmek istercesine bir ses çıkardığı sırada sürgülü kapı açıldı ve içeriye sırasıyla Betül ve Fuat girdi. Az önce Hale'nin üstüne çektiği bakışlarla bu sefer Fuat kucaklaşıyordu. Her zamanki gülüşü şu an görmek istemediğim bir şeydi, ne yaptığımı bilmeden bir tesadüfün içine düşürmüştüm onu. Büyük dönüşümlere sürüklemesinden korktuğum bir mevzuydu bu. Bir adım arkada kalan Hale'ye baktım omzumun üstünden, sakindi.

         "Merhaba!" dedi Fuat elini Betül'ün omzuna atarken. Kalabalık ortamlarda en azından tanışana kadar pek başarılı olduğu söylenemezdi. Onu takdim etmek bana düşmüştü ve daha önce bunu yaptığım hiçbir mekanda bunu kabullenmek bu kadar zor olmamıştı. Yanına gidip elimi zoraki bir şekilde beline attım ve:

         "Tanıştırayım, eşim Fuat." dediğimde elini kaldırıp herkesi selamladı. Çok zaman geçmişti elbette ama gözlerinde ufakta olsa bir ifade görmek istedim Hale'nin; üzüntü, neşe, korku fark etmezdi. Hala bir şeyler hissettirebiliyor olmak bile yetecekti egomu tatmin etmeye. Daha fazla zaman kaybetmeden boşta olan elimle Betül'ü göstererek "Bu da Betül." dediğimde heyecanla ve aynı babası gibi etrafa tepki verdi. Hale'nin dudağında küçük bir kıpırdanma oluşup hemen kayboldu. Fark etmek için an kollamasam kaçıracağım denli küçüktü. Onu atlamamak için her türlü şeyi yaptığım zamanlardan bana yadigardı bu  detayları, küçük bir alışkanlık deyip geçiştirmekse pek doğru olmayacaktı. En azından bunu borçluydum koskocaman bir gençliğe ve bugüne. Ödemesini geciktirdiğim bir bedeli vardı geçmişin ve ben onu ödemek için hala hazır değildim. 

Küflü Vagonun İçindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin