salı / 3

212 28 4
                                    

   Saçlarıma uzattı elini ve derin bir nefes çekti içine. Aldığı havada mutlaka ruhumun birkaç parçası da vardı. Şimdi ait oldukları yerdeler diye düşündüm.

"Hala aynı kokuyor olman planını kim kurduysa buradan ona sonsuz teşekkürler." dedi fısıltıyla. İçime işliyordu sesi bunca zaman bana başka hiç kimsenin hissettiremediği bir şeydi bu. Adını koyamıyor zaten koymak da istemiyordum. Neden hala içimdesin diye sormak cüretine sahip olup olmadığımı düşünüyordum bir yandan.

   Boynunun arkasında ellerimi birleştirdiğimde dokunduğum alyansım ile gözlerim açıldı. Varlığını dindiremiyor olmak parmağımda bir başkasının yüzüğü varken çok daha zordu. O an neden hala içimdesini kendime bile sormadan mühürlemek geldi bir kutuya, sonra da en yakın ağacın köküne gömmek. Yediği bir meyveye karışmak sonra veya içtiği çaya. Benim açtığım çiçekten ne çıkar bilmiyorum tabi, belki zehir olur durdururum şu an delilercesine attığını hissettiğim kalbini ya da şifa olurum ona tüm dertleri sıkıntıları yok ederim. Bu gerçeklikte başarılı olamadığımdan gönlümden geçen ikincisiydi elbet. Ben ona zehirim oysa benim panzehirim diye düşünürken kollarını gevşetti.

"Neden hala içimdesin?" Dedi güleç bir sesle. Gülüşünde sonbahar saklıydı sanki yaprakları dökük kuru ağaçlar misali. Bir kıvılcımla cayır cayır yanacak gibiydi. Zihnimi hala okuyabiliyor olmasıysa benim gülüşüme ilkbaharlar getirmişti ve ben bundan nefret etmiştim. Ne olurdu hatırlatmasaydın bana başka mevsimlerin de olduğunu ve onları daha çok sevdiğimi?

   Daha da sıkıca doladım kollarımı ona, bir olmak nedirin cevabını toprağa vermeye yemin etmiş gibiydik. Böceklere haykırmaktı sanki borcumu ve hissettirmekti havaya, belki bizim dillendirmeye cesaret edemediğimiz şeyleri bambaşka bir diyarda birilerinin kulağına fısıldar da kurtuluruz bu yükten diye. Nafile bir çaba olduğunu anlamamış olmayı o kadar dilerdim ki.

   Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyordum ama ayrıldığımızda düştüğüm boşluktan adım gibi emindim. Öylece baktık birbirimize dolu gözlerle. Elimi alıp dudaklarına götürdüğünde uzun bir tatilden sonra eve gelmişim hissi kapladı vücudumu. İnsansızlık kokuyordu her bir zerrem, havasızdı. Ona kadar. Gelip açtı evimin tüm camlarını ve perdelerini, İçeriye taze bahar kokusu doluşu vermişti birden epeyce de ışık almıştı kör kuyuları aklımın. Bu aydınlıkta önümü göremiyor olmak o kadar zedeliyordu ki ruhumu bunca yılı neden yaşadınlar tırmalıyordu kulaklarımı.

"Yanlış bir şey mi yapıyoruz?." Dedim. Gözlerini kaçırdı.

"Yanlışlar üstüne kurulu hayatlarımızı daha da boka batırıyoruz. Yanlış yapıyorsak da merak etme sadece bize dokunur ucu."

   Elleriyle yüzünü kapatıp derin bir nefes verdi. Atmak ister gibiydi içinden her şeyi. Beni de atmak istiyor mu diye düşündüm. Cevabını vermem zor olmamıştı. Benden nefret ediyordu mutlaka, hala birbirimize ait olmaktan da aynı şekilde. Kendimden çok onu kurtarmak istedim bu lanet çukurdan alacağı tek rahat nefes için.

"Nasıl kurtulacağız Hale?" Söylerken sesim titremişti.

"Bana hala ilk günkü gibi bakmasaydın kurtulabilirdik." Dediğinde eli ile gözlerimi işaret etti. Ona yakalamaksa hiç canımı sıkmamıştı. "Bana böyle bakma!" Sessiz bir çığlıkla emretti bunu. Gözlerimi ondan kaçırıp elimle sildim. Elini şortunun arka cebine yerleştirip belli belirsiz etrafta dolanmaya başladı. Kafasında onlarca soru işareti olduğundan şüphe yoktu. Onu gördüğüm ilk günden beri aklımdan çıkmayan bir soru vardı. Bana bakmasını için bir ses çıkarıp onu bu sonu olmayan yürüyüşten kurtardım. Ellerini kafasının üstünde birleştirip bana baktı. Şapkasının başında olmadığını o an fark etmiştim.

"Anahtar duruyor mu?" Usulca kafasını salladı. Az önce yaşlarını temizlediğim gözlerim yenisini  koymuştu yerine. Yanağımda hissettiğim ıslaklık ise rüzgarın sertleştiğini fark etmemi sağlamıştı.

   Çok korkmuştum, buraya ilk ayak bastığımdan beri bu soruya alacağım hayır yanıtı beni ölesiye korkutmuştu.

"Kutu duruyor mu?"

"Evet." Dedim.

   Bir semboldü bizim için muhtemelen üstü toz dolmuş ve vidaları paslı o eski kutu. Onunla olan her güzel anı o kutuya sıkıştırırdım. Bazen bir yaprak olurdu bazen ufak bir not, herhangi bir restoranın ıslak mendili, katlayıp bana verdiği origamiler, benim ona yaptığım resimler ve görmek istemediğim bir mektup. Bir dolu gün yatıyordu yıllardır içinde. Anahtarı onda kutusu ise bende dururdu. Birbirimizden ayrı dokunamaz, yalnız açıp karıştıramazdık. Çocuk aklımızla birbirimiz olmadan asla tam olamayacağız demek istemiştik. Haksız da sayılmamışız.

"Açmamız ne hissettirecek?"

"Daha fazlası olamayacak kadar yoğun şeyler hissediyoruz zaten." Dediğimde kafasını salladı. Hüzün var mıydı burada emin olamadım gözlerime bakmadığından.

"Atmak daha sağlıklı olacak o zaman?" Yüzünü buruşturup bana baktı. Ne dediğini veya ne istediğine dair en ufak bir fikri yoktu ve onda bunu görmeye hiç alışık değildim.

   Her zaman bir planı olurdu arkasında durmaktan çekinse de düşündüğü her şeyi dile getirirdi ki buradan durup baktığım zaman gördüğüm kadın, arkasında durmaktan çok daha öteye geçmeyi başarabilmişti. Olmak istediği yeri ait olduğu yer haline getirmeyi başarabilmişti. Çocukluğundaki altı boş özgüveni kendini bir duruşta veya basit bir bakışta dahi hissettirebilirdi artık. Başkası olsa bundan etkilenirdi hatta ondan etkilenen kadınları çok daha iyi anlıyordum artık ama benim etkilenmeye ihtiyacım yoktu. Bu benim hesabını çok eskiden mühürlediğim bir eylemdi.

"Biraz dursak mı?" Derin bir nefes alıp kulağıma çalınan kuş seslerinin dikkatimi dağıtmasına izin vermeden devam etmeye çalıştım. "Bu kadarı benim için çok dazla Hale, kaldıramayacağım bir ağırlığın altına girmek... Bilmiyorum işte. O kadar zamandır taşıdığım yüklerin her birinin varlığı artık o kadar ben ki gücümü unuttum." Üstüne bastığım kuru dallardan ses gelecek bir şekilde ilerlemediğim bir adım attım "Belki de hiç güçlü değilimdir."

   Gülümsedi. Yavaş hareketlerle beni tekrar kollarının arasına almak için hareketlendi. Ona sarılmak o kadar uzun zamandır hissetmediğim bir aidiyet hissettiriyordu ki damarlarımdan akan kan bile hiçbir anı kaçırmamak için yavaşlıyordu. Saçlarımı okşuyor ufak tefek öpücükler konduruyordu. Kaçamıyor daha doğrusu kaçmak istemiyordum. 

"Sen tanıdığım en güçlü kadınsın." Kıkırdadı "Ama en cesur olmadığın kesin." Dediğinde benden ayrılıp yüzümü elleri arasına aldı. Gözlerine uzun uzun bakma fırsatı elime sık sık geçmiyordu. Güneşten parlıyordu birçokları için sıradan sayılabilecek kahverengi gözleri. İçinde kendimi görmek tüylerimi ürpertmişti. Bakışlarım dudaklarına kaydı. Kısacak bir anlığına dahi olsa onu öpme fikrine vücudumun verdiği tepki akıl almaz derecede büyüktü.

   Ellerini yanaklarımdan kaydırarak indirirken fısıldadı.

"Seni şu an öpmememin tek sebebi yarın sabah kendinden nefret etmeni istememem."

Küflü Vagonun İçindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin