Orada geçirdiğimiz üç saatin sonunda Emel'in yürümesi için koluna giren ben ve bizden birkaç adım önden giden Hale ile evin yolunu tutmuştuk. Balkonda oturan Kaan ve Fuat ellerindeki kağıtları sırayla ortaya atıyor, isminin bir anlamı olmayan kağıt oyunu oynuyorlardı. Bizi fark eden Kaan sevecen bir tavırla yerinden kalktığında Fuat da bakışlarıyla onu takip ederek bizi buldu. Hale'nin yanından geçerken omzuna dokunduktan sonra Emel'in koluna girdi ve bana gözleriyle teşekkür edip onu eve soktu. Üç basamaklık balkonda telefonuyla ilgilenen Fuat da masadan kalktı.
"Eğlendiniz mi?" diye sordu. Benden çok Hale'ye hitap eder gibiydi. Dudaklarını ıslatıp gerdi Hale.
"Çok daha iyilerine katıldığım olmuştu." diyerek göz devirdi. Fuat gülerek bana doğru döndü bu sefer ama sorusunu tekrarlamadı.
"İdare eder."
"Sarkıntılık yapan çoluk çocuk var mıydı?" Hale hafif alkolün de verdiği etkiyle kocaman bir kahkaha attı. Fuat buna anlam veremedi, can kulağı ile benim vereceğim cevabı bekliyordu.
"Sen de dedin işte, çoluk çocuk işte hayatım." derken yanına ilerledim. Fuat gözlerini kısarak Hale'ye döndü.
"Sen ne diyorsun Hale?" diye sordu. Ceketini geriye attırıp ellerini pantolonunun cebine yerleştiren Hale dudaklarını büzdü.
"Ahu'ya güvenmen gerektiğini sanırım." dedi ve yanımızdan geçerken Fuat'ın omzuna dokunarak iyi geceler dilemeyi ihmal etmedi. Bana doğru dönen ve sakalları hafif uzamış olan adamla bir süre sessizce bakıştık. Arkadan gelen Kaan'ın sesiyle gözlerini benden ayıran o oldu.
"Fuat abi! Bitirmiyor muyuz oyunu?" dediğinde tekrar birleşti bakışlarımız.
"İzin var mıdır hanımefendi?" dediğinde gülerek kafa salladım ve onu balkona bırakıp evin içine girdim.
Salona girdiğimde mutfak masasına yayılmış bir şekilde oturup su içerken telefonu ile uğraşan Hale'yi gördüm. O beni fark etmeyecek kadar dikkatli bakıyordu ekrana. Buzdolabına doğru ilerlerken kafasını kaldırdı. Saçlarını tek tarafa doğru attı ve balkonda ne oynadıklarını bilmediğim adamlara baktıktan sonra bana dönmeden.
"Kaan birini yakaladı mı bırakmaz yalnız." dedi. Dudaklarımı büzüp kartları ortalığa savuran adamlara hak verircesine baktım.
Sandalyeyi çekip yanında oturdum. Telefonunu masaya bırakıp suyundan bir yudum aldı ve kafasını bana çevirdi. Birbirimizden var gücüyle kaçan gözlerle zamanın akmasını bekledik. Konuşacak çok şey vardı ama buna gücümüz olmadığı kesindi. En azından benim adıma işler bu şekildeydi. Onun için de öyle olduğunu düşüyordum ama eğer değilse bu her zaman anlatacak bir şeyleri olan genç kızı unuttuğunu gösterirdi. Normal olan bu diye düşündüm sonra, yaş aldıkça insanın üstüne çullanan sessizlik elbette onu da donatmış olabilirdi.
Arkasına astığı ceketin cebine uzanıp sigara paketini çıkardı ama içini yokladıktan sonra boş olduğunu anlayıp onu masanın ortasına bıkkınlıkla savurdu.
"Ne zamandır içiyorsun?" bir dakikayı aşkın süredir olan sessizliği bozmak isteyerek ama o omuzlarını silkmekle yetindi. Bense kararlıydım. "Hatırlamayacak kadar uzun mu?"
"Yirmi seneye yakın sanırım."
"Sağlığına dikkat etmeyi ne zaman bıraktın."
"Buna çok afili bir cevap verirdim bak." diyerek kendi kendine sırıtıp ayaklandı. "Sağlığımı bozan tek şey olma lüksünü ona verdim diyelim, tek başına çok başarılı gibi gözükmüyor." diyerek vücudunu işaret etti ve merdivenlere doğru yürüdü. Çok geçmeden elinde bir paketle aşağıya indi ve masadaki boş kutuyu buruşturarak eline aldı. Onu çöpe attıktan sonra balkona doğru ilerledi. Arkasından:
"Otlakçı çıkabilir miyim?" diye sorup yanına ilerledim.
Bizi fark etmeyecek kadar hararetli bir şekilde oyun oynayan adamların yanından bahçeye indik. Omuz omuza yürürken evden on adım kadar uzaklaştık, sonra durup bana bir tane sigara uzattı. Çakmağı yaklaştırdığında hafif hafif esen rüzgar ateşi yükseltmesine engel oluyordu. Ellerimi etrafında birleştirip ona yardım ettim ama pek başarılı olamadım. Rüzgarı arkasına alıp bana iyice yaklaştığında son birkaç saatte ikimizin de saçına sinen sigara ve alkol kokusunun aksine burnuma gelen tek şey onun kendi kokusuydu. Çiçekler, melekler, parfümler... Böyle abartılı laflar sarf ettirecek bir koku değildi bu. Suyun bir tadı olmayışı gibiydi onun kokusu, aynı muhtaçlığı hissediyordu insan, nasıl alıştığı ise bir muamma gibiydi.
Yakmayı beceremedikçe gülüşü biraz daha artıyor ve kendime sinirleniyordu. Onu bu kadar yakından izlemek bir çok özlem mevzusunu yüzüme çarptı. Yıllardır odamdaki küçük sandığın en altında sakladığım ve varlığını bile en son ne zaman aklıma getirdiğimi bilmediğim küçük bir halhalın mevcutluğuna kadar her şeyi film şeridi gibi gözlerimin önünden akıttı. Bir ödüle aday gösterilmeyi hak ediyordu ama ben onu görmezden gelecektim.
"Sen dener misin bir de?" dediğinde çakmağı bana uzattı ve ağzımdaki sigaranın etrafını avuçlarıyla kapattı. Estiğine bin şahit gerektiren hafif rüzgardan korunmak için aramızda hiç açıklık bırakmayama kadar etrafımı sardı. O bunu yaptıkça çakmağı çakmak için gerekli olan enerjiyi parmaklarıma vermek şöyle dursun nefes dahi alamıyordum. O sigaranın ucuna, bense gözlerine pür dikkat bakıyor dudaklarımın yukarı kıvrılışını hissediyordum. Bir süre daha öyle kaldıktan sonra o da bakışlarını bana çevirip gülerek "Neye gülüyorsun?" dediğinde cevap vermede çakmağın pinini ateşledim ve sigarasını yaktım. Aynı şekilde kendiminkini de yakıp çakmağı ona geri verdim. "İçtiğini bilmiyordum." dedi soru sorar gibi.
"İçmiyorum." diyip omuzlarımı salladım. Arkasını dönüp bizimkilere şöyle bir göz attı ve sigarasından derin bir nefes aldı.
"Konuşacaklarım bitmedi diyorsun yani."
"20 yıl girmiş araya 3 dakikaua biter mi?" dedim. Cevap vermedi. Tepki de vermedi tüm hareketsizliğiyle bana konuşma fırsatı tanıdı ama ben yapmadım. Başımı kaşıyarak ucu yanmaktan hayli külleşmiş sigaranın arkasına vurdum.
"Ah Ahu ah!" dedi gülerek. Ben de güldüm. "Bunu demeyeli de baya olmuş bak." derin ve temiz bir nefes aldı "20 yıl kadar." dedi ses tonunu değiştirerek ve gülmeye devam etti. Neden güldüğünü anlıyordum ama ben gülmüyordum. Bana bunu her dediğinde ses tonu farklı olurdu bazen tatlı bir sitem, bazen yoğun bir öfke, arada sırada ikaz, genelde yoğun bir tutku, çoğunlukla da bir seni seviyorumun öncesine sıkıştırılan bir cümle. En çok sonuncusunu severdim ve bunun onlardan birisi olmayışı beni üzdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küflü Vagonun İçinde
Ficção GeralUnutmak izafidir, aşk ise baki. Yıllar sonra karşılaşan iki aşık. Hayatlarını yaralarını onarmak için harcadıklarını fark ederse ne olur? "...Yıllar çok olmasa da bir şeyleri değiştirmişti onda; en az kaşları kadar kara olan saçları beyazlamıştı, g...