Serin sular baharın ilk günüyle kavuşmuş, uzun bir kışın ardından güzel bir hava gün yüzüne çıkmıştı. Hz. İsa' nın doğumundan iki bin yıl önce Fuji dağı coğrafyasına benzeyen bir yerde kiraz vermeyen kiraz çiçeği olan mor ve lila renkleriyle öne çıkmış Sakura çiçeklerinin arasından temiz bir su akıyordu. Gölün uzandığı yerde uzun ve net çatıları olan Minka evleri, ahşaptan yapılma olarak ayakta dururken çatıları da kiaki ağacının sazlarıyla tutturulmuştu. Samuraylar ve halkı burada yaşıyordu. Kadınlar gölün içindeydi. Kimi çocuklarını yıkıyor, kimi sadece suyun içinde ferahlıyordu... Gölün onlara vereceği haber ise elinden dünyayı bırakmamış Hakan' dı. Hakan yüzerek gölün içinden bölgeye giriş yaptığında çocuklardan biri uzaktan yaşlaşan kütleye doğru ilerledi... Yüzerek Hakan' a erişen çocuk, Hakan' ın ölü ya da yaralı olduğunu anlamadan bağırınca köyün kadınları ve halkı orada toplandı... Şelalenin göle bağlandığı Fuji coğrafyasındaki Beş Göllerden biri olan bu noktada Hakan oranın halkı tarafından gölden çıkarıldı. Minka evlerinden oluşan sağlık ocağına getirilen Hakan Neolitik çağın içinde olan Japon halkı tarafından şifayla iyi edilmeye çalışmaya başlanmıştı...
Hakan şifa çalışmalarında beklerken Minka evlerinin en büyüğü ve doğrudan Fuji dağına en yakın noktada olan ahşap evde meditasyon yapan Usta içeri alınan bir köylü ile karşı karşıya kaldı. Köylü korkak bir tavırla, "Usta yine oldu." dedi. Usta gözünü açtı. "O mu geldi?" diye sordu. Köylü başını öne eğdi ve sözü ustaya bıraktı... Usta sanki yetmiş yaşını geçmemiş gibi büyük bir sağlık ve hızla ayağa kalktı...
Hakan kendinden değildi. Başında şifacılar vardı. Bunlar hem bilimsel yöntemlerle Hakan' a müdahale etmeye çalışıyordu hem de enerji çalışmalarıyla ortaya çıkmış olan frekansı düzenlemeye çalışıyordu... Japonlar zayıf, kaslı ve sağlıklı insanlardı... Saçları gür ve uzundu. Kadın, erkek hepsi aynı görünüyordu... Fakat Hakan onların tam tersi gibiydi... Şifa çalışmaları arasında Usta kapıdan girdi... Hakan' a baktı... Diğerlerinin yanı sıra elinde dünyayı taşıdığını görünce "Şinto" dedi. Japonlar Şinto' nun anlamını biliyordu. Onların dini olan Şinto, çok tanrılı bir inanç sunuyordu. Köyün en yaşlısı ve en bilgesi olan Usta ise tanrılarla iletişim halinde olduğuna inanılan kişi olarak komutu vermişti, "Şinto" Sağlık görevlileri ve enerji çalışmaları yapan yerli halk odayı terk etti. Usta Hakan' a yaklaştı... Belinden kısa katanasını çıkaran adam Hakan' ın elbisesine bir kesik attı... Yarasını görebiliyordu... Katanayı avucunun içine doğru yaklaştırdı. Bunu yaparken keskin olmayan ucu kullanan Usta, Hakan' ın elindeki küreyi gördü... Dünya elindeydi... Usta "Amaterasu" dedi. Şinto dininin baş tanrısıydı. Dinin dogmalarıyla birlikte ona kadın bir tanrıça olarak bakılsa da Amaterasu Usta' ya göre tanrıdan çok insandan daha ulu bir yaratıktı. Kainatın mutlak iki noktası olan karanlık ve ışığın arasında pozitife yakın olan taraftı... Amaterasu, Susanoo ya da Kamikaze gibi tanrı sayılan varlıklar, tanrı olmak yerine kainattan insanlara bilgiler getiren aracı varlıklardı... İşte Usta da bu varlıklarla iletişim halindeydi... O varlıklar Usta' ya Hakan'ı n yaşadıklarını göstermişti ve tam zamanında Hakan da orada olmuştu... Sakura çiçekleri kiraz vermeyecekleri bir baharda ilk çiçeklerini açmıştı... Amaterasu' nun yapması gerektiğini söylediği şeyi yapmak için dünyayı eline aldı... Katanasını Hakan' ın göğsüne yaklaştırdı... Küçük bir dokunuşla çok keskin ve derin bir çizik açan Usta, küreyi Hakan' ın göğsünden içeri soktu... Sonra Usta seslendi, "İçeri gelin." İçeri giren köylü Hakan' a doğru yaklaştı. Usta' nın yapmış olduğunu gören köylü, "Usta onu kaybedeceğiz." dedi. Hakan' ın nabzını kontrol ediyordu. Nabız yavaş yavaş düşerken Usta, "Atımı hazırlayın." dedi. Dışarı çıkan Usta atına bindiğinde Fuji dağına ve dağın kendisiyle buluştuğu noktadaki göllere doğru Sakura çiçeklerinin arasından dörtnala koşmaya başladı. Köylüler Hakan' ın başında nabzını kontrol ediyordu ama Hakan' ın nabzı uzun süre yürümüş yaşlı bir at arabası gibi giderek yavaşladı... Yavaşlamalar bir süre sonra durunca Hakan gözlerini dünyaya kapattı... Göğsünde dünyayla gözlerini dünyaya kapatan Hakan, köylüler tarafından kutsal saydıkları kişileri koydukları ceset torbalarına yerleştirmek üzere toprağa adaydı... Fakat bir güvercin uçup da köylülerin başını çektiği sağlık ocağına geldi. Mesaj Usta' dandı. "Onu Sakura Mabedine" getirin yazıyordu. Köylüler birbirine bakarken Ustanın onun ölüp ölmediğinden haberdar olduğunu düşünüyordu... Çünkü sadece ölü insanları diriltmek için bin yılda bir gidilen Sakura mabedinin bu sene bininci yılıydı. Köylüler Ustanın yaşının ilerlemesi üzerine eğer ölürse bin yıllık haklarını Usta' yı oraya götürerek kullanabileceklerini düşünüyordu ama Usta' nın dediği Hakan' ın oraya gelmesi üzerineydi... Buna itaat etmek zorunda olan köylüler Hakan' ı sırtlayıp at arabasına bindirdiler... İki Samuray, bir arabacı, iki de refakatçi gibi yola çıkmaya hazırlanan köylüler Sakura ağaçları ve Fuji' nin Beş Göllerinin arasındaki manzarayla Sakura Mabedine doğru yürümeye başladı... Hakan' ın cesedi arabada gidiyor, Usta onu bekliyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paralel Gerçekler
Ficción GeneralGerçek görecelidir ve bu birbiriyle bağlıdır. Paralel Gerçek'ler deki tüm hikayeler aslında var olan ve aynı zamanda var olmayan masallardır. Bir yerde var olurken başka bir yerde yok olmak işte burada anlatılıyor. Bizim evrenimiz ve bizim dünyamızı...