I. ONDAN ÖNCE

314 57 18
                                    

Umut dolu bugün içim. Gözümü açar açmaz geceden kalan karanlığı tutmuyorum bugün avuçlarımda. Yokluğunu hemen fark ettiriyor. Beynimden vücuduma sirayet eden zonklamalardan eser yok.Zihnimin izin günü herhalde.Beni bugün azad etmiş gibi görünüyor.Bunu fırsata çevirmeliyim.

Sokağa çıktığımda havanın oldukça güzel olacağını adeta haykırıyor güneş. Bugün öyle güzel aydınlatıyor ki bu şehrin tüm kırışıklıklarını almış gibi. İçime çektiğim hava ciğerlerimin kanallarına tam oturuyor.
Galiba beyin denilen şey insanın zihninde yarattığı habislerin kontrolünde olan bir makineden ibaret. Tüm komutları o veriyor, beyin de bir köle gibi yerine getiriyor. Öyle olmasaydı dün ile bugün farklı görünmezdi gözüme. Aynı hava, aynı güneş. Nesi farklı? Hiçbir farkı yok. Bakmak ve görmek farklı şeyler, bunu bilmeyen yok lakin insanın içinde yarattığı karamsarlık fabrikası nasıl olur da tam kapasiteyle çalışıp da gözünün önündeki sıradanlığı bile karmaşık hale getirebilir anlamak güç.
Neyse ki benim canavar hala ortalarda yok o yüzden moral bozmak yok.

İş yerlerinin camından yansıyan görüntüme bakmadan edemiyorum kendime herkes gibi. Gözlerimdeki perdeler de inmiş. Beğeniyorum kendimi. Galiba insan en büyük haksızlığı kendine yapıyor. Evet, insan sadece görüntüden ibaret değil herkesin tam tersini düşünmesine rağmen. Ama bakmalı insan kendine dağ başındaki bir kesişten farklı olarak. Kendine olan bakış açısını değiştirmek adına ya da kabuk değiştirmenin verdiği rahatlığı tatmak için yapmalı bunu.

Günler her geçen gün biraz daha uzuyor. İşten çıkınca karanlık olmuyor etraf, uykuyu akla getirmiyor dolmuşların
baygın farları. İş sonrası da insanın bir şeyler yapabileceğini düşündürüyor dünyanın güneşin etrafındaki dönüşü. Bindiğim dolmuşun tüm camları açık. Şehir yeni bir mevsim için hazırlıklara başlamış bile. Cam kenarına oturup kolumu dışarı çıkarıyorum. Havayı yakalamaya çalışmak çocuksu bir eğlence. Gelip geçen evlere bakıyorum. Tüm gecekondular içinde bitip tükenmek bilmeyen bir kederi taşıyormuş gibi geliyor hep bana. Hayatta kalmanın geçim diye adlandırıldığı, kırılan kolun hep yen içinde kaldığı, umudun hiç tükenmediği duraklar sanki. Tüm Orta Doğu'da memleketin kapalı kutusu bu beton yığınları. Sonra aklıma birden şarap içme düşüncesi hınzırca geliyor.Keder ve alkol birbirine ne kadar da yakın dost.Hep haftanın üçüncü günü düşerdi aklıma içki içmek. Ama gözümü kapadığımda ekşimiş üzüm kokusunu duyuyorum. Ne vardı insanların içki içme ehliyetleri de olsa. Bir sınava tabi tutulsa insan ve sınavı geçenlere imtiyaz uygulansa. Çalışma saatlerinde bir miktar içki içmelerine- özellikle de şarap-müsade edilse, kimse bu yüzden kimseyi yargılamasa. Ne var yani içki içmek için akşamı beklemesek ya da içki için özel bir serenomi yapmaya gerek kalmasa.
Ama insan bu, hangi hangi sınavda başarılı olmuştur ki? Neyse yine de yarın akşama kadar sabre debilirim. Umarım zihnim yıllık izne çıkmıştır da yarın iş başı yapmaz.

Bugün biraz ütopik düşünüyorum.
Tamam, bu son. Ne var yani insan zihninin bir düğmesi olsa, sadece ihtiyaç duyulduğunda açılsa. Her boka karışmasa... Var biliyorum, insanın içinde tamamıyla içgüdüsel davranan, sorgusuz sualsiz dilediğini yapabilen bir güç. İşte bu gücü insan zihniyle birazcık terbiye ettiğinde yaşamdan zevk alabiliyor. Harmanlamak gerek salt bir yeri tercih etmek, keskin bir bıçakla ikiye bölmek benimki gibi bir ömrü heba etmek demek. Benimki elinden kılıcını hiç düşünmüyor, hep akılcı davranmak, her şeyi kontrol altına almak adına beni paranoyalara sürüklüyor. Ayıp mı ettik be? Hakkını yedik durduk yere. Ama arkadaş, o da bazen bokunu çıkarıyor.

Ne var yani azıcık deli dolu olsam, dünyanın bir günden ibaret olduğunu düşünüp dilediğim şeyi yapsam. Ama nerede? Zihnim hesap kitap yaptığı masadan kalmıyor ki.
Galiba bu gidişle kötürüm olacak. O zaman pişmanlık denen şeyin her şey bittikten sonra yapacak başka şey kalmayınca
yapılan şey olduğunu anlayacak.
Zaman koca bir değirmen ve suyu hiç kesilmiyor. Yaşamak gerek biraz. Ezberlenmiş şeyleri yapmanın dışında da bir yaşam olduğunu bilmeli , kendine zaman ayırmalı. Hepimiz özgürlüğümüzü satıp bize verilen parayla özgürlük satın almaya çalışıyoruz. Onu bile beceremiyoruz. Bari özgürlük satın alırken taksite girmesek. Bunların hepsini yapardım ben ama zihnim bana izin vermiyor. Ulan zaten iki kişiyiz, gül gibi geçinip gidelim işte. Ne garezi var bana?

Yolculuk bu şekilde son buluyor. Zihnim ortada yokken bile dakikalarca onunla uğraştım. Yeter bu kadar dedikodu.

Merdivenleri çıkarken '' Günaydınlar'' havada uçuşuyor yine.
Daha sabahın köründe öğlen ne yiyeceğini düşünen insanların dolu olduğu odaya giriyorum. Kimseler yok Allah'tan. Hemen her sabah olduğu gibi balkona sigara içmeye çıkıyorum. Bir bela bu sigara. Alışkanlığın ötesinde bir şey. İnsanın ciğerlerine duman çıkarıyor. Hangi yangın sevilebilir ki? Kontrol edilemeyen ateş yangın olur. Ama bu bir yangın değil benim elimde. Anlamak güç. Zihnim sadece benimle uğraşıyor. Anlasana böyle şeyleri. Ama yok. Olur mu? Bulmuş benim gibi köleyi yorar mı kendini böyle şeyler için.

İçeri girdiğimde çocukların beni uyuyarak karşıladığını görüyorum. Bazıları gözleri açık bir şekilde uyumayı öğrenmiş çoktan. İlk ders uykularını aldıktan sonra sabah sabah burada ne işim var sorgusundan kurtulup iyi ki gelmişim rahatlığına erişiyorlar. Söyle dönüp baktığımda her yıl onlarca gencin gözümün önünde hayallerine kavuştuğuna ya da acımasız hayatın ve kendi ahmaklıklarının hayallerini ellerinden almasına tanıklık ediyorum. Böyle baktığımda doğum yaptıran bir ebe kadar mağrur, ölü yıkayan gasil kadar soğukkanlı davranmama hayret etmemem gerek. Eğitim ve paranın çok da bağdaştırılmadığı hatta kimi zaman yargılandığı bu zihniyet içinde aslında çok kutsal bir iş yapıyoruz. Sadece eğitim için aldığımız paranın içinde hayal de var hedef de var rehber olmak da var. Üşengeçlikleri tüm hayatına sirayet etmiş bu çocuklara bir hedef bir hayal belirlerken gösterdiğimiz çabaya kul hakkını da eklersek işimizin bambaşka bir boyutu olduğunu anlamak zor değil. Ama bunu kim anlayacak? Kim onaylayıp da hakkımızı teslim edecek?

Akşama kadar aynı şeyleri papağan gibi tekrar ettikten sonra kendimi tekrar sokakta buluyorum. Havanın kararmasına bir hayli var. Bu beni iyi hissettiriyor. Şimdi de bildiklerimi bir evin odasında satma vakti. Yine otobüse binip cam kenarına oturuyorum. Keyif veriyor her seferinde şehrin içindeki bu yolculuk. Müzik dinlemeye ya da kendini dinlemeye imkan tanıyor. Kulaklığı takıp radyodan rastgele bir kanal açıyorum. Arabaların içine radyo koymayı akıl eden kimse bu icadın tüm kaderini belirlemiş. Yoksa benim gibi birkaç kişi dışında telefondan kim radyo dinleyecek bu kadar uygulama varken? Başımı cama yaslayıp şehrin akışını izlemeye dalıyorum. Herkes bir yerlere ulaşmanın derdinde. Hep bir acele hep bir sabırsızlık... Gidecekleri yer nereyse sanki? Ya ev denen dört duvar ya da birileriyle buluşmak için oturulan mekan. Öyle sıradan öyle ezberlenmiş ki her şey, çoğu insan aynı torna makinesinden çıkmış gibi. Yazıları aynı kapakları farklı kitaplar gibi. Kapağı açar açmaz aynısı olduğunu görmek mümkün. Milleti bırakıp kendime döndüğümde zihnimin beni hala serbest bıraktığını fark ediyorum. Kısır sorular, geçmişte yapılan hataların kesitleri, yüreğime çöken umutsuzluk ve karamsarlık hissi, bıkkınlık... bunların hiçbirinden eser yok. Demekki insan bu zihin prangalarından sıyrılınca etrafta olup bitenin farkına varmaya başlıyor. Uzun zaman sonra kendimi bırakıp başkaları hakkında yorum yaptım. Çok garip. Bu durum için tek bir şey dahi yapmadım. Öylesine teslim etmişken kendimi şimdi bunları düşünmek garip geliyor. Galiba bu habisi içimden atmanın zamanı geldi. Arada düşünüyordum bunu ama bir işaret, bir olay olmasını bekleyerek erteleyip duruyordum. Umarım böyle devam eder de bir insan olduğumu tekrardan hatırlayabilirim.

BELKİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin