Kimse dışını beğenmediği şeyin içini merak etmez. Bu koca dünya insanlar için görüntüden ibarettir. Bu yüzden birçok şeye gözümüzle karar veriyoruz.
Yıllarca bu tutumun dışında tuttum kendimi ta ki pamuk tarlası gibi beyazlıktaki ellerini görene dek. Bir bankın ucunda emanet gibi otururken yanından öylece geçtim. Ellerin takıldı gözlerime. Ama ne takılış? Hiçbir görüntü beni bu kadar etkilememişti. Yüzünü az buçuk hatırlıyorum ama ellerini nerde görsem tanırım. Nasıl bir hafızaya işleniş bu on saniye kadar bir sürede. Nasıl olmuştu bu kadarcık bir an içinde ellerinin beni etkileyişi? Peki neden elin neden ellerinin beyazlığı? Çıldıracak gibiyim, sadece önünden geçerken gözlerimin küçücük bir zaman diliminde ellerine odaklanması beni bir ateş çemberinden nasıl da bir köle gibi geçirmişti? Yıldırım düştü sanki beynime bir anda hiç beklemeden. Yağmur yağdırmadı üstüme yaktı, kavurdu.
Yerleşik hayata geçmiş düzenini tam kurmuş hayatımda böyle şeyler yaşanmaz diye düşünüyordum. Böyle şeylerin filmlerde olduğunu sadece hayal ürünü yapma bir dünyada var olabileceğini düşünürken bir kez daha yanılttı hayat beni. İlkelerine bu kadar sadık bir adamken, aşk denen duygu karmaşasının bile bir kuluçka süresinin olduğunu düşünürken nereden çıktı bu şimdi? Nasıl oldu da bir ten rengi benim gibi birini sarstı ? İnsan her şeyiyle nasıl da pamuk ipliğine bağlı?
Korkumdan hızlıca döndüm köşeyi. Bir an duraksayıp romantik komedi filmlerindeki gibi sırtımı duvara yaslayıp köşeden seni izlemek istedim. Ama yapamadım. Bir ateş canavarından kaçar gibi uzaklaştım. Yolun yarısına geldiğimde göğsümde hiç hissetmediğim bir sancı hissettim. Uzun zamandır ilk defa duygularım zihnime kafa tutuyordu. Ayaklarım iki ateş arasında kalmış üçüncü dünya ülkesi gibi çaresizdi. Bu karmaşanın içinde pişmanlık kendini belli etmeye başladı. Bir daha nerede göreceksin sorusu hepsinden üstün geldi. Ayaklarım ne ileri ne de geri gidebiliyordu. Git, diyordu içimdeki ses, git ve yüzüne iyice bak, bir daha karşılaşırsanız şayet elleri cebinde olursa nasıl tanıyacaksın diye haykırıyordu resmen.
Sonra yüzünü ezberlesen ne olacak, dedi karamsarlık fabrikası. Hemen şalterleri kaldırıp başlamıştı beni yolumdan döndürmeye. Sanki, dedi sonra sanki gördüğünde tanısan hatta adını bilsen ne değişecek ki dedi. Gidip konuşabilecek misin? O an vazgeçtim. İçimdeki kötümser dilin kölesi olduğum için değil bu sefer kendimi bildiğim için vazgeçtim. Haylıydı, yapamazdım bunu. İçimde kazan kaldıran duygularıma rağmen devam ettim yoluma.
Yapamadım. İster korkaklık olsun bunu adı isterse başka başka şeyler. Bu sefer içimdeki habise değil kendime yenilmiştim.Kapıya geldiğimde derin bir nefes aldım öyle bastım zile. Kapı açıldı ve ben doğruca bir ergenin dizayn ettiği odaya geçtim. Derse başlamadan evvel yüzümü yıkamak istedim. Alev alevdi her yanım. Yüzünü yıkayıp aynada ıslak çehreme baktığımda şöyle düşündüm:
Acaba zihnim bugün beni bu yüzden mi serbest bıraktı ya da zihnimin kör zindanları güneşle dolunca mı fark ettim seni? Her gün senin gibi yüzlercesinin yanından pervasızca geçerken beynimin perdelerinden fark etmemiş miydim onları? Hepsi bende aynı etkiyi mi yaratırdı yoksa tüm bunlar sana tahsis edilmiş bir duygu muydu? Zihin zincirleri çözünce gönül ne kadar da pervasızlaşıyor.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BELKİ
RomanceDefalarca bir şölende ya da yeraltı bataklığında aç gözlere sunulmuş bedenin ne vaad edebilir ki bana? Üzerindeki parmak izlerinden görünmez olmuş tenin ne sunabilir bana benden izler taşıyan? Nasıl da duruyorsun öylece yatağımın bir ucunda sana tah...