Ömer.
Genç adamın attığı adımlara rağmen hiç oraya varamayacağını seziyordu. İçinde oluşan o tuhaf bir his, neyin nesiydi? Tiksinme miydi, yoksa korku mu? Kulaklarına dolan adım sesleri basının daha da çok ağrımasına sebep oluyordu. Yanında yürüyen doktor bir şeyler anlatıyordu ancak Ömer o sözleri duymuyordu. Kafasını hastane odalarından gelen çığlıklar doldurmuştu.
Burası fazlasıyla soğuk değil mi? Diye geçirdi içinden. Doktorun durduğunu bile görmemişti. Arkasından adıyla seslenmesiyle durmuştu. O kapıdan içeri bakınca yerde oturan orta yaşlarında adamı gördü. Tanımak mümkün değildi. Saçları kalmamıştı adeta, artık o kirli sakalı yoktu mesela. Ya da her zaman takım elbise ile gezen adam, şimdi beyaz bez içinde idi."Durumu nasıl?" Her zamanki gibiydi. Her ayın 27 sinde gelir, durumunu sorar giderdi. Doktor cevap vermekte biraz zorluk çekti.
"Efendim, durumu gün geçtikçe kötüleşiyor. İlaçları sizin emrettiğiniz şekilde kabul ediyor. Lakin böyle devam edersek bir kaç aya kalmadan tamamen aklını kaybedecek. Daha geçen hafta odasında duran kaktüsü yemeye kalktı." Diye izah etti yaşlı adam. Ömer başını duvar ve kapı arasında oluşan delikten çevirmeden cevap verdi:
"Merak etme, artık ilaç vermene gerek kalmayacak. Buraya geldiğimi yabancı biri biliyor mu?" Kaşlarını çatıp düşünür gibi oldu. Sonra da başını doktora çevirdi. "Atakul ailesi mesela?"
"Hayır efendim, ortağınız hariç kimsenin haberi yok. Ama Nebahat hanım sürekli buraya geliyor, hatta başka bir akıl hastanesine kaldırmak istedi." Son cümlesini endişe ederek söylemişti. Haklıydı da, Ömer oraya girmenin bir yolunu bulurdu. Ama o zaman bu hastane, Eren ailesinin desteğinden mahrum kalırdı.
"Anladım. Kapıyı aç." Diye emretti. Sesi buzdan soğuktu. Doktor duyduğu şeyle şaşkına döndü. Kaç aydır geliyordu, ama bir kere bile içeriye girmemişti. Anahtarı alıp kilidi açtı. Ömer sırtı dümdüz ilerledi içeriye. Doktor onları yalnız bırakmak için biraz uzaklaştı. Ama hala her şeyi duyabiliyordu.
Ömer kapıyı kapattı. Sonra da yerdekinin yanına oturdu. "Nasılsın?" Yanında oturan kişinin bakışı bebeğin bakışı gibiydi. Masum, hiçbir şeyden haberi olmayan bakış. Ama Akif Atakul öyle birisi değildi. Acımasızdı, istediğini almak için masum insanı bile öldürürdü.
"Burası çok karanlık baba, beni anneme götür. Nolur. Artık sözünü dinleyeceğim, söz." Dedi ona yaklaşarak. Ömer onun bu haline hala alışamamıştı. Ömer'i anasız babasız bırakıp, ama şimdi ona mı baba derdi? Gariptir ki.
"Götüreceğim. " Ama sen benim canımı çok acıttın. Sevdiklerimi aldın. Yıllarca çektiğim işkencenin sebebi sensin.
Ömer'in sesi çok sakindi, fısıldıyor gibiydi. Biraz da hüzünlüydü. Eldivenlerini çıkartmadan, paltosunun iç cebindeki şişeyi çıkarttı. "Annene gitmek için bunu içmelisin." Diye uzattı. Akif Atakul çocuk saflığıyla hemen aldı elindekini. "Ölenlerin şerefine olsun mu?" Diye teklif etti Ömer gülerek. Karşısındaki orta yaşlarında adam hemen tekrarlayarak şişeyi boşalttı. Anlamamıştı çünkü ne dediğini. Hoş, anlayacak aklı yoktu zaten. Eli boğazına gitti, kaşları çatıldı. Bir kaç saniye sonra da boğularak kan püskürdü adam. Yerde süründü, kişinin boğazından çıkan sesler odayı dolduruyordu. Ömer ise kahkaha attı bunu izleyerek. "Sonun böyle olacağını hiç düşünmezdim... Akif Atakul."Siyah, deri eldivenleri çıkarıp, yerdeki bedene attı. "Oğlunun selamı var.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölenlerin şerefine
Fanfiction"Ölenlerin şerefine olsun mu?" Diye teklif etti Ömer gülerek. Karşısındaki orta yaşlarında adam hemen tekrarlayarak şişeyi boşalttı. Anlamamıştı çünkü ne dediğini. Hoş, anlayacak aklı da yoktu zaten. Eli boğazına gitti, kaşları çatıldı. Bir kaç san...