Karanlık ve yalnızlık kokuyorsun. Nedenini öğrenmekten korkuyorum.
Uykudan uyanınca rüyası hüzün ve keder getirdi. Kahretti. Bir türküyü söylerken arkadaki fonda çaldığı saz gibi mesela. Beklenmedik anda karşına çıkan üzücü bir video gibi. Bunların hiçbiri gördüğü şeyle kıyaslanamayacak lakin, tam da ona benzerdi.
Şarkıda geçtiği sözler gibi kahrediyor, bir derdin olmadığı halde de bu dünyanın adaletsizliğini sorgular duruma geldi. Hüzün dolu şiirler, sahneler yazmak geldi genç kızın içinden. Saatlerce odaya kapanıp ağlamak istedi kendisi. Ama nedenini bir türlü bulamadı.
Neden bu kadar eksik hissediyordu kendini? Sanki bir parçasını koparıp bilinmeyen diyarlara götürmüş gibi birisi. Öyle acı veriyor, göğsünü sıkıyor. Kendini bir çukura düşürmüş kadar oldu.
Bilemedi, bulamadı cevabı. Oysa sevdiğinin can çekiştiğini kilometre uzaklıkta hissetti. Sezdi. Kalptir bu, seven, aşık olan kalptir.
Bu gecesi huzursuz geçti. Tüm bedeninde oluşan sancılar ile gözünü bir saniye'ye bile kapatamadı. Öylece sabaha kadar tavana bakarak geçirdi.
Çalan telefon ile irkilip oraya baktı. "Avukat bey." Diye kaydetmiş olduğu kişi arıyordu. Açtı.
"Süsen hanım, kusura bakmayın bu saatte aradım. Size söyleyecek bir haberim var. Ömer bey bu gece bıçaklandı."
Sanki tüm pazılı birleştirmiş gibi bir şey yandı beyninde. Barış, Ömer'in avukatı bir şeyler dese de duymamıştı.
O bir saat içinde nasıl geldi hastaneye, ne ara? Ne kadar ağladı? Hiç bilmiyordu. Düşündüğü tek şey Ömer'in durumu idi.
Ameliyathanenin önünde bekleyen hapis memurları, oradan oraya koşturan hemşireler ve bir bankada oturan genç kız. Sayısız kez döktü göz yaşlarını.
Uzun bir süre sonra Aybike ve Berk, Harika ve Kaan buradalardı. Asiye fenalaşmış, Oğulcan ile Doruk da onunla kalmıştı. Hiçbiri zaten umrunda değildi Süsen'in. O sevdiğinin derdine düşmüş, o uyanmasa gerisi boştur. Ha gelmiş, ha gelmemiş.
Herkes onu sakinleştirip, avutmaya çalışıyordu. Zavallılar, oysa Süsen'in derdine sadece bir kişi derman bulurdu.
Yalanları ile daha çok kendilerini kandırıyorlar hâlbuki. Çünkü onlar görmedi. Hemşirelerin telaşını, monitörün iğrenç sesini, durmuş kalbini. Başkaları Ömer hayatta kalması için uğraşırken, Süsen burada çaresizce oturdu. Çaresizce. Onlar çaresizliği hissetmediler.
Nasıl da kolay söylüyorlar uyanacağını. Onlar kolay kolay hayal edebiliyorlar da işte, Süsen edemiyor. Süsen gerçekleri çok iyi gördü. Ölümün tadını çok yakından tattı.
Doktor çıktı. Durumunu söyledi. Ama Süsen kız biliyordu. Çoktan biliyordu ne diyeceğini. Yine de bir umut. Uyandı demesini bekledi işte.
Harika onu görebilir miyiz diye sordu. Cevabı da şuydu ki 'sadece bir kişi'
Onlar tartışırken Süsen söyledi gireceğini. Kimse de engel olup, itiraz etmek istemedi. Onlar kan bağlıysa ne ki? Ruhu her daim Süsen'e ait olduysa.
Ne olmuş ki onlar daha yakın geliyorsa Ömer'e? Süsen daha iyi geliyorsa.Odaya girdi. Soğuktu. Omuzları titredi. Kız yavaş adımlarla ona yaklaştı. "Sevdiğim." Dedi sanki duyabilirmiş gibi onu. "Ben geldim. Sözünü hatırlatmaya geldim." Buruk bir gülümseme takındı yüzüne. "Seninle yeni yeni çıkmaya başladığımızda bana bir söz verdin. Ölümü bile bensiz tatmak istemediğini söyledin. Ölüme el ele yürüyeceğimizi söyledin. Haydi söz tutma vakti." Tüm ciddiyetinin bozmadan konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölenlerin şerefine
Fanfiction"Ölenlerin şerefine olsun mu?" Diye teklif etti Ömer gülerek. Karşısındaki orta yaşlarında adam hemen tekrarlayarak şişeyi boşalttı. Anlamamıştı çünkü ne dediğini. Hoş, anlayacak aklı da yoktu zaten. Eli boğazına gitti, kaşları çatıldı. Bir kaç san...