.8.Damarlarımda bir şey aksın yeter.

333 24 7
                                    

Zaafım olunca güzelsin, ama gücüm olunca da ayrı bir güzel oluyorsun.

Betonun soğukluğunu hissetmeyecek kadar yorgundu. Acısı içine sığmayınca, göğüs kafesini yırtmak isteğiyle doluydu. Mezar kokusuyla karışan gömleğine, eski dairenin küf kokusu sinmişti. Parmak uçlarındaki sadece kan değil, gözyaşı ve toprakla karıştı. Omuzları titrerken, hali güçsüz bir çocuğu andırıyordu. Fazlası değil, huzuru bulmak isteyen bir çocuk.

O esnada beyni oluşan sorularla doluydu. Hayatı bir yalanın üstünde kurulmuştu, ve duruyordu. Bir gerçek, bir kaç cümle ve kağıt parçası tüm her şeyi yıkıp geçmeye yetiyordu. Nasıl da mümkündü? Nihayeti olmayan kâbustu. Belki de bu yüzden, bu yüzden onun mutluluğu, gözünden yere düşen bir yaş damlası kadar kısa sürdü. Ah. Kıskanç insanlar, hayat.. bir kahkahayı dahi çok gören kıskanç hayat.

Kim bilir? Belki de dedesiyle yaşasaydı, nefret ve kin ettiği zengin bebelerinden farkı olmazdı. Her ne kadar iyi yanından bakmayı denese de, diğer "bunun iyi tarafı olur mu?" diyen yanı kazanıyordu.

Çıldırma ve aklını kaybetmenin tam eşiğinde duruyordu adam. Karşıda onun gibi diz çöken kıza baktı. O yalan olmasından korkuyordu. Zaten hayatında yeterince hayal kırıklığına uğraması yetmezmiş gibi, onun yalanına kanamasını kaldıramazdı şimdi. "Ben ölmeyim değil mi? Ve.. ve delirmeyim?" Gözleri beklenti içinde bakıyordu kıza.

Neden ağlıyorsun? Demek istiyordu. Daha ona hiçbir şey anlatmadı ki ağlasın. Daha en acı hikayeyi duymadı o. Fakat şu anda bile, gözlerinden sayısız kez tuzlu yaşlar aktı. Kafasını iki yana, olumsuz anlamında sallayınca Ömer yorgun şekilde başını dizlerine koydu. İki büklüm olmuş, başındaki ağrının durmasını istiyordu. Sen bir Yılmaz'sın. Aynı kan akıyor.

'oynat' tuşuna basmış gibi birisi, o anı izledi. Zihninin bir ucuna, en derin yerine sakladı.

Süsen kendine ağlamayı yasaklasa da, ağlıyordu. Sevdiğinin acısına katlanamıyordu. Ama o Ömer'den daha iyi durumdaydı. Zorundaydı. O kendine, sevdiğinin yanında güçsüz görünmeyi izin veriyorsa, bu durumda Süsen güçlü kalmalıdır. "Ağlama. Lütfen. Ben.. ağlıyorum zaten. Sen ağlama bari." Dizlerine mırıldandı bu sözleri.

Genç Eren başını zorlukla kaldırdı. Bu seferde Ömer avcunun içine aldı Süsen'in yüzünü. Dudaklarını minnetle öperken, Süsen sadece minnet duygusunu değil, onun acısını aldı kendi omuzlarına.

Dudakları birbirine değdiğinde tuzlu tadı tattılar. Süsen'in gözyaşlarına karışmış, ahududulu dudak parlatıcısısın tadı vardı. Ömer'in dudakları, tuzlu, soğuktan yaralanmış idi. Süsen bir elini Ömer'in omzuna koyup sıkarken, sevgilisi onu kendine daha çok çekmişti.

Evin önünde, bir betonun üzerinde ağlayarak, iki genç birbirine saklandılar. Ama asıl, onların sonunu getirecek olan kendileri idi.

Bu aralar hava çok soğuktu. İlkbaharda kar yağmıştı. İstanbul ayazı bazen birazcık kaba olur, bazı zamanlar ruhunu, kemiklerini sızlatacak kadar soğuk olur. İşte bu ayaz da, kemiklerini sızlatacak ayazdı.
Daha sabah olmamış, gün doğmamıştı. Şafak vaktiydi.

Süsen yanında erkek arkadaşını bulamadığı için uyandı. Uykulu gözlerle etrafı gözlerken, balkonun kapısı açık olduğunu gördü. Üstüne sabahlığını alarak dışarıya çıktı. Ama Süsen'in aksine, Ömer sadece tişört ile duruyordu. Parmaklarının arasındaki sigarayı içine çekiyordu. Ve hafifçe dumanı dışarıya verdi. Genç kız yanına vardı adamın, onun elindeki sigara paketinden bir tane alıp, kendisi de yaktı. Biraz ileride sigara izmaritlerine bakılacak olursa, Ömer uyumamıştı.

ölenlerin şerefineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin