"Birini öldürmeden nasıl öldürebilirim biliyor musun, Sancar?"
Bir çıkmazın tam ortasında kilitli kalmış küçük oğlan çocuğu gibi çekti burnunu. Çaresiz ve hastalıklı göz bebekleri, beni savunmasız kılan bilek bağlarımdan sızan kanda oyalandı. İçine...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yüzüstü uzandığım yatakta sarıldığım yastığın altından kollarımı çekip sırtüstü döndüm. Kirpiklerim birbirine öyle bir kenetlenmişti ki gözlerimi dünyaya açabilmek için ovuşturmam gerekmişti. Karanlığın çöktüğü odama birkaç saniye bulanık gözlerle baktım, gri perdelerin aralığından sızan zayıf sokak lambası ışıkları ne kadardır uyuduğumu sorgulamaya itti kendimi.
Dışarıda yağmur ve korna sesleri birbirine girmişti. Sanırım yoğun yağmur trafik sıkışıklığı yaratmıştı. Dümdüz yatıp ciğerlerimi zorlayan bir nefes aldım ve hayatı sorguladım, ezik gibi ağladığım detayı kafama dank edince gerçeklik algımı geri kazanmam kısa sürdü. Sanırım sonrasında uyuyakalmıştım.
Ağrıyan boynumu esneterek ayaklarımı yana atıp yere bastım ve dirseklerimi dizlerimin üstüne yaslayıp biraz da başımı ovdum. Uykumda dayak yemiş gibi heryerim ağrı içindeydi. Telefonuma bakındım biraz, görünürde değildi. Düşünürken hareket eden kaşlarımdan dolayı elim yüzümdeki küçük yara bandına dokundu. Acıyordu. O esnada zihnimde geriye gittim ve yatakta arkama baktım.
Boştu. Gitmiş miydi? Gittiyse bile sevimsiz kokusu hala buralardaydı. O kendine has baskın kokusu tek başına tüylerimi kaldırıyordu.
Ya annemler, gelmişler miydi acaba..
Ayağa kalkıp alnıma yığılan saçlarımı dağıttım ve perdeyi kaydırıp sürgülü camı yukarı ittim. İçerideki boğucu havayı dağıtmalıydım. Toprağın kokusu burnuma vurunca daha iyi hissettim fakat geri döndüğümde aynadaki bitik karşılığıma denk gelmek acıyarak bakmama neden oldu bi müddet. Gözyaşlarımı görmüştü... Sikeyim. Katlanamamazlıkla odanın kapısını açıp dışarı çıktım. Acayip sıcaklamış ve susamıştım. İçimdeki huzursuzluk ise tarif edilemezdi. Merdivenleri inerken alt kata seslendim.
"Anne?" Boğazım ağrıyordu.
Ses gelmedi ama televizyonu duyabiliyordum. Uyku mahmurluğunu henüz atamamış sesimle bu defa, "Baba?" diye seslendim ve televizyon kapanınca ardından, "Babacığın burda." diyen alaylı sese döndüm.
Kalbim saniyede iki katı hızla kaburgalarımı dövdü. Sadece bir anlığına bunun gerçek olmadığını ve hala yukarıda uyuduğumu düşünmeye zorladım kendimi. Lütfen şu senaryoyu geri sarabilir miyiz!
Kanepede yayılmış elindeki sigaranın külünü kül tablasına silken kişi tabi ki babam değildi. Sinirle soludum. Dudaklarında çarpık bir gülüş vardı. "Ne yapıyorsun burda?"
"Neden kollarımda uyanmadığını soruyorsan, kokun beni tahrik ediyordu ve biraz uzaklaşmam gerekiyordu-"
"Kes. Neden hala gitmediğini soruyorum!" Dağınık hali bir yana şahin kadar keskin bakan gözleri karşısında ağladığımı gördüğü için birden yüzüme gelen yanma hissiyatıyla kızardığımı anlamamla sertçe yutkunup su aradım. Beni çok geriyordu.