Karanlık. Çok karanlık. Yolumu bulamıyorum. Şimdi kim aydınlatacak benim yolumu? Kim bana ışık tutacak? Yanımda olmana çok ihtiyacım var. Gitme ne olur? Sana diye toprağına sarılamam ki ben. Toprağında senin kokunu bulamam. Tek bir dilek hakkım olsa, hemen şimdi sana doya doya, koklaya koklaya sarılırdım. Ben sensiz ne yapacağım? Her şey benim suçum... Keşke zamanı geri alabilsem. Özür dilerim. Beni affet.-
Boşluktaydım. Ruhum çekilmiş gibi hissediyorum. Ruhum amaçsızca bir oraya bir buraya savruluyor. Ağlayamıyorum. Ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum. Keşke gözyaşlarım ağlamaktan yanaklarımda kurusa ve keşke hıçkıra hıçkıra ağlayabilsem. Boğazım yırtılıncaya kadar bağırsam, içimdeki acıyı kussam. Belki o zaman diner acım. Acım geçmese bile alışırım belki o zaman.
Oturduğum duvar dibinden kalkıp aynamın karşısına geçtim. Kendimi boş gözlerle incelemeye başladım. Sekiz ayda çökmüştüm. Gözlerimin feri sönmüş, yanaklarım içeri göçmüştü. Verdiğim kiloların haddi hesabı yoktu zaten, küçücük kalmıştım. Geceleri her ne kadar uyumaya çalışsam da uyuyamadığım için gözlerimin içi uykusuzluktan kıpkırmızı olmuştu. Sadece uykusuzluktan mı ondan da emin değildim ya neyse...
Gözlerimi aynadan çekip yavaş adımlarla yatağıma geçtim. Komodinin üzerinde bulunan çerçeveyi elime alıp birlikte çekildiğimiz fotoğrafa bakmaya başladım. Kalbim acımaya başlamıştı. Gözlerime yaşlar doluyordu ama aynı yaşlar akmamak için direniyordu. Fotoğrafı okşayıp, sıkı sıkı sarıldım. Kokusunu alabilecekmişim gibi burnuma götürüp derin bir nefes çektim içime. Yerde duran keskin bıçakla bakıştım. Adeta bıçak beni çağırıyordu. Elim istemsizce bıçağı kavradı. Bileğimdeki damarı okşadım. Bunu yaparken ne düşünüyordum bilmiyorum. O an aklımda olan tek şey ona kavuşmaktı.
O sırada kapı zili çaldı. İlk önce aldırış etmedim çünkü benim evime kimse gelmezdi. Kimsem yoktu. Kimsem kalmamıştı.
Zil çalmaya devam edince yaşlanan gözlerimi hırkamın kollarına silerek ayağa kalktım. Kapıya geldiğimde, kapı deliğinden baktım ama kimseyi göremedim. Tedirgince araladım kapıyı. Küçük aralıktan kafamı uzatıp dışarı baktım ama görünürde kimse yoktu. Tam geri çekilip kapıyı kapatacakken gözlerim yere ilişti ve bir kutu gördüm. Alıp almamak arasında gidip gelsem de merakım almam taraftarıydı. İçimden bir ses merakının peşinden git diyordu.
Ben de öyle yaptım, içimdeki sesi dinledim ve kutuyu alıp kapıyı kapattım. Yatağımın üstüne oturup kutuyu inceledim. Siyah bir kutuydu ve siyah bir kurdeleyle bağlanmıştı. Kurdeleyi yavaş yavaş çözüp kutuyu kurdeleden kurtardığımda kutunun kapağını kaldırdım. İçinde bir sürü zarf vardı. Elime alıp tek tek baktığımda üstünde tarihler yazdığını gördüm. En önce tarihli olanı alıp diğerlerini yatağın üstüne bıraktım ve zarfı açtım.
Yazıları okumaya başladım. Kelimeler gözümün önünden akıp geçtikçe gözlerim doldu. Bahsedilen günü daha dün gibi hatırlıyordum çünkü. O günü unutmam mümkün değildi. İçimde hiç geçmeyecek olan derin bir yaraydı o gün.
O kadar boşvermiş, o kadar üzgün görünüyordun ki seni neyin bu kadar üzdüğünü merak ettim. Hala da merak ediyorum. Sahi ne üzdü seni bu kadar?
Mektubun sonlarına geldiğimde ve bu cümleyi okuduğumda gözümden bir damla yaş kağıdın üstüne düştü. Gözyaşımın düştüğü yerdeki mürekkep ıslanıp o kelimeyi bozdu.
Üzgün
Evet üzgündüm. Ben çok üzgündüm.
Artık hikayemiz son süratle devam edecek. Bundan sonrasında texting bölümler ve normal bölümler karışık olarak ilerleyeceğiz 🖤🖤🌟
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mona Rosa | Yarı Texting
Novela JuvenilEda, hayatının çöküşte olduğu bir dönemdeyken kimliği belirsiz bir kişiden mektuplar almaya başlar. Mektupların sonu geldiğinde Eda gizemli mektupların sahibiyle iletişime geçecek midir? Daha da önemlisi Eda bu gizemli kişiyi hayatına alabilecek mid...