Bungou Stray Dogs

33 2 0
                                    

Ship: Soukoku (Dazai×Chuuya)

Konu: Angst. Bunu One-shot olarak öncesinde ayrı kitapta yayınlamıştım ama şimdi bunu bu kitapla birleştiriyorum çünkü hak ettiği okumayı almadı ve ben bu hikayeye çok önem veriyorum. Sizinde okumanızı ve eleştirilerinizi almak istiyorum.

Bakış açısı: İlahi bakış açısı

~~~~~~

Rüzgâr, genç adamın kızıl düz saçları ile oynuyordu. Zaten diğer erkeklerden daha uzun saçları olduğundan oynaması daha bir zevkliydi. Şehrin ortasından geçen nehrin üzerindeki geniş köprüden yavaşça geçiyordu. Yavaşça geçmesinin nedeni ise bu rüzgârlı havadaki soğuğu hissetmek istemesiydi. Belki de hedefine daha yavaş gitmeye çalışıyordu emin değildi. Ama o sert rüzgârın yüzünü yakmasını istiyordu. Yüzü saçları kadar kırmızı olsun istiyordu.

Köprünün ortasına geldiğinde demir parmaklıklara yakın olan bankın boş olduğunu gördü. Ellerini, gri ve uzun paltosunun ceplerine koyup oturdu. Sözleştiği kişiyi beklemeye başladı.

Rüzgâr şimdi ona yandan vuruyordu.

Saçlarının önündeki bazı tutamlar yüzüne doğru geldiğinden görüşünü çok az bozsa da hala manzarayı görebiliyordu. Gün batımı nehrin üzerine vurarak nehrin ışıltılarını izliyordu. Ama hiçbir şekilde yüzü kıpırdamıyordu. Kıpırdatamıyordu. Mimiksiz, düz bir ifade ile buraya kadar geldi ve şimdide öyle duruyordu. Emin değildi ama belki de tüm gün böyle kaldı yüzü.

Okyanusun o derin sularının renginde olan gözleri bile artık eskisi gibi bakamıyordu yaşam enerjisi çekilmiş gibiydi. O koyu mavinin içinde eskisi gibi parıltılar yoktu. Sadece şu an batmakta olan güneşin son kalan turuncumsu renkleri gözlerine vurarak ufak parıltı sağlıyordu.

Bir anda tam karşısında olan gün batımı yerine etrafına bakmaya başladı. Neredeyse bu mahallenin tüm çiftleri buradaydı. Ama hiç biri manzarayı izlemiyordu. Geçip gidiyorlardı köprüden. Onlar işte buranın yerlisi olduklarının kanıtıydı. Nasıl olsa hep görüyorlardı o güzelim manzarayı. Köprünün oralarda duranlar ise buranın yaşlı çiftleri ya da turistlerdi. Yaşlılar, o yüksek olan yaşın getirdiği halsizlikten dolayı dinlenme yeri olarak seçerlerdi. Turistlerin neden kaldığını anlarsınız. Bu dünyada nadir gün batımlarından biri olan, ince nehrin üstüne kırmızı ışıkların tam tersi yönüne baktıkça laciverte sonrasında siyaha dönmesini köprünün siyah şekilli parmaklıklara dayanarak izlemek kaçınılmaz bir deneyimdi. Bunu turistler bilmez ama muazzam manzara dışında bu köprü muazzam anılara sahipti.

Bu anıları hayat arkadaşlarıyla bir daha bir araya gelemeyecek olan yerli, yaşlı ve gençleri yapardı. Yalnız gelirlerdi ama köprüye. Gerçi pek yalnız sayılmazlardı. Kalplerinde hala o hayat arkadaşlarını taşırlardı. Gönüllerinin içini mesken etmiş kişi ile beraber gelirlerdi, yanlarında başka kimse olmazdı. Üstelik bu kadar benzerliğe rağmen tezat olan yaş farkı dışında başka farklarda vardı.

Yaşlılar hayat arkadaşları ile beraber bu köprüde geçen anılarını tazelerlerdi. Çünkü daha yeni kaybetmişlerdir o en yakın arkadaşlarını. Evlilik teklifleri, gel kaçalım denmesi, kadın tarafının hamileyim haberini vermesi ya da ilk ve en değerli öpücükleri gibi anılarını tekrar ve tekrar anımsarlardı. Bu tarz anıları ev sahipliği yapar işte bu köprü.

Bu köprünün hüzün haznesinin çoğunu dolduranlar ise yerli gençleriydi. Hiçbir zaman kavuşamayacakları, sevdalandıkları kişiler ile sahte anılar yaratırlardı. Hayallerini kurarlardı. Mesela evlenme teklifi edilen bir anı hayal ederlerdi ya da kadın tarafı hamileyim haberi verdiğindeki o sevinci hayal ederlerdi. İşte bu köprü böyle sahte anılara da sahipti.

Ama kızıl saçlı adam bunların hiçbirini bilmiyordu. O, bu köprünün olduğu şehrin bir ferdi değildi. Hatta ülkesi bile orası değildi. Sadece çocukluk anılarından fırlamış olan kişi ile bulaşacaktı burada. Sözleri vardı çünkü. Sözleşmişlerdi o kişi ile.

En sonunda etrafına bakmayı kesti ve gün batımına geri döndü o okyanus gözler. Artık gün batımı turuncu tonunu kaybetti daha da kızıllaştı. O kızıllığı görünce adam mutlu oldu. Çünkü o manzaradaki kızıllık onun saçlarının kızıllığı ile aynıydı. Doğada sadece birkaç dakika gözüken bir kızıllığa sahipti saçları. Bu mutlu olunmayacak şey değil de nedir? Tek sorun ise bu mutluluğunu bile yansıtamadı o yüzüne. Şimdi ise son saniyeleriydi güneşin. Son saniyelerini izliyordu.

"Doğuştan gelen bu doğaya ait saç rengine sahip olan tek kişisin herhalde."

O sesi duyduğunda hemen sağına döndü. Kimseyi göremedi. Ama o ses sözleştiği kişiye aitti. Orada olmalıydı. Ama yoktu. O sesi öylesine duydu. Aslında kimse gelip öyle demedi. Yüzü ise hala aynıydı. O duygu barındırmayan yüzü o sesi duyduğunda bile değişemedi.

O kişiyi görme umudu ile kafasını çevirdiği için manzaradan güneşin tamamen batışını kaçırdı, artık güneş battı. Gece oldu artık.

Kızıl saçlı adam ise kalkıp köprünün sonuna doğru gitmeyi planlıyordu. Yine o dümdüz, üstünde resmen yaşam belirtisi olmayan suratı ile gitmeyi planlıyordu. Köprünün sonuna döndü ama ilerleyemedi. Bu günün büyük ihtimal en sert rüzgârı esti ve onu tekrar yerine oturttu. Bu sefer nehre bakmıyordu, yan oturdu.

Tekrar oturduğunda bugün içinde ilk kez yüzünde bir duygu belirdi. Gözlerinde hala yaşam enerjisinden eser yoktu ama parlıyordu. Gözleri parıl parıl parlıyordu şimdi. Oysa tek parlaklığını veren güneş bile gitti. Bu sefer gözlerinin parlaklığını veren kendisinin bile o an fark etmediği gözyaşları oldu. Günün ilk duygusu, hüzün oldu onun için.

İçindeki hüznün sebebi ise o genç yaşta kendisinin bile bilmediği o yerli yalnız yaşlılardan biri olacağının gerçeğiydi. Kendi yaşıtlarının umutsuz hüznü değildi ama o. Tıpkı o, yerli ve yaşlı kesim gibi olacaktı.

Book of Noah's PuddingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin