İnsan en büyük yalanları kendine söylüyor...
Koştu adam hiç durmadan, arkasında bile bakmadan. Karnında başıboş bir köpek gibi dolanan bir sancı vardı. Bir şeyleri içine atmanın sancısıydı bu. Yıllar boyu sustuğu ve ertelediği hayatının sancısıydı. Kaçtığı neydi peki ya da kimdi? Bunu bu hikayeyi anlatan olarak bende tam olarak bilmiyorum. Hiçbir hikayeye sonunu bilerek başlayamadım ben, kendimi kelimelere bıraktım hep. Neyse, koştu adam uzun süre ve durdu bir köşe başında nefes nefeseydi ve çok terlemişti. Gömleğini çıkartmaya çalışsa derisi de gömlekle gelebilirdi sanki. Gömleği saf dışı tutup devam ediyorum hikayeye, sonuçta yazarın gömlek sever olması sizi ilgilendirmiyor. Köşe başında durmuştu ya adam, ama bir uçurumun dibinde hissetti kendini. Köşesinde durduğu bina bir bankaya ait yüz yirmi sekiz metre boyunca gökyüzüne uzanmaya çalışan bir beton yığını. Kafasını kaldırıp da yukarı baktığında aşağı düşecekmiş gibi başını döndürüyor insanın. Burada durdu adam bir süre daha sonra durdu arkasına baktı, ne bir kovalayan vardı kendisini ne de kaçmasını gerektirecek bir durum.
Neden kaçıyordu peki? Benden mi ya da senden... Hayır hayır bizi bu hikayeye dahil etmeyeceğim. Aslında kendinden kaçıyordu adam, yıllardır onu rahat bırakmayan kendinden. O kadar yüklenmişti ki kendine zarflara sığmayan sürelerde. Süreler zarflara sığmıyorsa sıfatlara sığar mıydı peki? Birçok sıfat satın almıyor muyuz diye düşünüyordu son zamanlarda adam. Erkek, çocuk, öğrenci, ergen, adam, damat, koca, baba, dede. Ben sana tam bunları yazarken koca bir sinek geldi kondu ekrana düşündüm ki onlarında sıfatları var kara, sivri, kör. Neyse adama dönelim, tüm bu sıfatlardan sıyrılıp sadece kendini görmeye çalışıyordu adam. Üstüne yüklenen ve belki de istemeden kabul ettiği tüm bu sıfatlarda onunla birlikte yürüyor, onunla birlikte yemek yiyor onunla birlikte sevişiyordu yıllardır. Tüm bunlardan arındığında ne kalacaktı ortada peki? Ya da hangimiz sıyrılabildik tüm bunlardan. Kendini en çok kendini bulmaya adadığın zaman bak bakalım başına ne geliyor? Yine aynı döngünün başında buluyorsun işte kendini. Bitmek bilmeyen bir sarmal işte hayat. Ya bunun içinde kaybolacaksın ya da tek tek çözeceksin tüm bu döngüleri ve aslında senin yönetmediğin bu hayatı kendin yönetmeye başladığını sanacaksın. Yine çok konuştum ya da yazdım işte ne bileyim. Adama dönersek, arınmaya çalışıyordu her şeyden, her yerden, herkesten gitmek istiyordu ama hayat her istediğini vermiyor sana diyordu kendine. Tüm bunları becerebilmek için ne yazık ki belkide en gerekli şey sadece paraydı, ama "emin ol paran olduğunda da tüm bunları düşünmeyen bir rahatlık içinde olacaksın" demişti bir dostu.
Sakin ve serin bir sabahtı, kalabalık bir caddede yanında tüm sıfatları ile yürüyordu tüm insanlar. Sıfatları birbirine çarpıyordu herkesin, ama en komiği bir kadının "bekarlığı" ile bir adamın "kocalığı" çarpıştığında oluyordu genelde. Kadın küçük bir göz hareketi ile bunu fark ediyordu çünkü adam sıfatını parmağına takıp geziyordu. Eğer kadın bu durumu kabul ederse yeni bir sıfat daha edinmiş oluyordu dost, metres, yuvayıkan vb... Kadın hayatındaki sıfatların kendisine yeterli geldiğini düşünerek yürümeye devam etti. Sıfatlarından kurtulmak gibi bir derdi yoktu kadının sadece bir yenisini istememişti o kadar. Yürümeye devam etti. Yürümenin kendine iyi geldiğini biliyordu ayrılık acısının en iyi alışveriş merkezinde atıldığını bildiği gibi. Neden en iyi alışverişle atılır ki bu acı diye geçirdi içinden. Halbuki cevap basitti. Ne zamandır başkasının istediği hayatı yaşıyorum ve bu yüzden bir hediyeyi hak ettim. Sence de bu mu cevap: Bilmem beklide değildir. Belki de gidip iki bira içmek ya da bol bol sevişmektir. Bu arada az önce ekrana gelen sineği öldürdüm ne garip insan sivrisineği zalimce öldürüp mutlu olabiliyor ama karasinekte biraz vicdan yapıyor. Aslında hayat da böyle değil mi? Küçük ve önemsiz gördüğün şeyleri elinin tersiyle itip şeklen büyük şeyleri daha çok kafaya takıyorsun. Örneğin huzur ve mutluluğu çok da önemsemeyip araba ve evi daha çok önemsiyoruz. Peki ama neden? Sen "Eeh sende hikayeyi mi kendini mi anlatıyorsun" demeden devam edeyim en iyisi. Kadın yüz yirmi sekiz metre boyunca gökyüzüne uzanmaya çalışan bir beton yığınında çalışıyordu. Devlete ait ama her an özelleştirilebilecek bir bankaydı burası. Sabahtan akşama kadar rakamların içinde kayboluyordu kadın. Her akşam eve döndüğünde vücuduna yapışan tüm bu rakamlardan arınmak için uzun uzun duş alıyordu belki de. Yüzler, binler, milyonlar ve milyarlar yer değiştirmişti devlet sıfırlar ile oynayınca ve bu yüzden yüz yirmi sekiz metre boyunca gökyüzüne uzanmaya çalışan bina boşta kalan sıfırlarla dolmuştu uzun süre. Sıfırlar boş boş beklediler bir süre ve sonra kendilerine ihtiyaç kalmamasının ezikliği ile terk ettiler binayı. Eğer başlarında bir 1 olsaydı dile gelmeyecek bir rakam ederlerdi ama böyle hiçbir işe yaramıyorlardı. Neyse bu sıfırlarda başka bir hikaye konusu ama şunu unutma, sıfırın bir sıfatı yoktur işte sıfır sadece sıfırdır.
Kadın hala yürüyor ve yürüdüğü caddenin yıllar önce trafiğe açık olduğunu ama şimdi niye olmadığını ve üç kilometre yürümek zorunda kaldığını bile düşünmeden yürümeye devam ediyordu. Yanında önüne ya da yere bakarak yürüyen yüzlerce insana inat o hep yukarı bakardı. Tüm o eski binaların yüzyılların yaşamışlığını ve yorgunluğunu taşıyan o binaların altında kot pantolon ya da yalancı parfüm satan dükkanların olması mı içini acıtıyordu? Onu bende bilmiyorum. Tam beton yığının köşesinden dönerken bir martı çığlığı durdurdu kadını ama kadının yalnızlığı köşeyi dönmüştü bile. Kadın durup martının fotoğrafını çekmeye çalışırken köşe başında durup geriye bakan adamın yalnızlığı ile çarpıştı kadının yalnızlığı. Özür dilediler birbirilerinden gülümsediler ama ilerleyemediler çünkü hayat izin vermedi buna. Fotoğrafı çekemedi kadın çekse bile o çığlık bir fotoğrafa sığmayacaktı ve döndü köşeyi. Adam her şeyden, her yerden, herkesten, gitmeye emin ama parasızken çevirdi başını kendisine çarpan aşka doğru. Yalnızlıkları kenarda gülümseyerek onları izliyordu. Önce gözleri buluştu önce gözleri gülümsedi birbirine. Sonra "affedersiniz" dedi kadın, adam "mühim değil" derken, en çok bu kadar terli olmasına kızıyordu. Kadın çarptığı bu adamda daha önce başka bir erkekte görmediği bir şey fark etmişti, adamın yüzünde, gözlerinde, vücudunda, halinde, tavrında bir yere ait olduğuna dair bir iz yoktu. "Ne garip" dedi kadın "Nedir o?" diye sordu adam gülümseyerek ,"Anlayamadım" dedi kadın " Garip olan nedir demek istedim". Kadın aklının diline vurduğuna şaşırarak cevapladı "Özür dilerim, ben onu içimden söyledim sanıyordum" gülümsedi adam sadece. Nereden geldiğine anlam veremediği bir cesaret, geldi oturdu ve sade bir kahve söyledi bir anda kadının içine, daha önce hakkında hiçbir şey bilmediği bu adamı tanımak istiyordu "Garip işte, bilmiyorum ama size çarpmam bir tesadüf olmamalı. Daha işimin başına oturmam için on beş dakikam var ve size kendimi affettirmek için bir kahve içmeyi teklif ediyorum" dedi içinden ne kadar uzun bir cümle kurduğunun farkında olarak.
Adam ve kadın ilerlediler.
Yalnızlıkları orada kaldı, gülümseyerek izlediler onları ve onların tersi yönde adamın geride bıraktığı tüm sıfatları da yanlarına alarak işsiz kalan Sıfırların açtığı meyhanede birer sabah birası içtiler.
23.10.2012
Gelibolu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İşsiz Kalmış Sıfırlar Meyhanesi
Kısa HikayeYüzler, binler, milyonlar ve milyarlar yer değiştirmişti devlet sıfırlar ile oynayınca ve bu yüzden yüz yirmi sekiz metre boyunca gökyüzüne uzanmaya çalışan bina boşta kalan sıfırlarla dolmuştu uzun süre. Sıfırlar boş boş beklediler bir süre ve sonr...