İnsanın hayatında bir yerlerde öyle bir an vardır ki, o an onun için dönüm noktasıdır. Bu yeni bir yere taşınmak olabilir, ya da bir üniversiteye başlamak. Ya da bir çocuk sahibi olmak. Ya da evlenmek. Benim hayatım uzun zaman önce planlanmıştı. Kiminle evleneceğim, hangi okula gideceğim, ne iş yapacağım belliydi. Bundan da mutluydum aslında, hayatımı seviyordum. Asla başka bir şey düşünmemiştim. Birinin canımı bu denli yakabileceğini düşünmemiştim. Üstelik iki cümleyle.
Yanlış duymuş olmayı diledim. Yanımdaki bu yabancının yanlış söylemiş olmasını diledim. Ya da bu yaşadıklarımın da bir kâbus olmasını. Gözlerimi kapattım. Uyanmak istedim. İçimden 10a kadar saymaya başladım. Bu annemin beni sakinleştirme yöntemiydi.
" Gözlerini kapatıp 10a kadar sayarsan bütün kötü düşünceler bir anda aklından kaybolur." Derdi. Dediğini yaptım.
Ben bunu yaparken annemin çığlığını duydum. Hemen gözlerimi açtım. Annem koşarak bize doğru geliyordu. Ama yanıma ulaşamadan bir adam annemi yakalamış, yere dizlerinin üstüne çöktürmüştü. Bu manzara o kadar canımı yakmıştı ki, beni kendime getiren de işte bu oldu.
Elimi celladın çelikten ellerinden çekmeye çalıştım.
" Bırak beni pislik. Asla ama asla böyle bir şey olmayacak." Sesim o kadar kendinden emin çıkmıştı ki ben bile şaşırmıştım. Bir yandan ellerini ittirmeye çalışıyordum.
Ben ittirdikçe daha sert tutuyordu. Zehir gibi gözlerini bana çevirdi. Hiçbir şey söylemeden beni peşinden sürüklemeye başladı. Annemin yalvarışları, babamın küfürleri onu durdurmuyordu. Beni çekiştirerek bu soğuk depodan çıkardı. O önde ben arkada gidiyorduk. Bazen hızına yetişemiyor, sendeliyordum. Onun umurunda bile değildi. Eğer düşersem yerde sürükleyeceğinden de emindim. Ayağımda ayakkabılarım bile yoktu. O hengâmede bir yerlerde topuklularımı çıkarmış olmalıydım. Soğuk zemin ayaklarıma hiç iyi gelmiyordu.
Sonunda depodan çıktığımızda karanlık ve soğuk geceye adım attık. Siyah bir cipin yanına kadar yürüdük. Benim debelenmelerim sonunda elini kolumdan çekti.
" Sen bir pisliksin. Asla seninle evlenmem. Unut bunu. İntikamın da umurumda değil. Ölürüm de seninle evlenmem. Nişanlıyım ben. Nişanlımı da seviyorum." Bunları söylerken bir yandan onun göğsüne vurup itiyordum. İğrenmiştim. Böyle bir şeyi nasıl düşünürdü? Zorla olacak şey miydi bu?
Gözleri olabilecekmiş gibi daha da kararmıştı. İki kolumdan da tutup beni kendine çekti.
" Çok yakında göreceksin. Bakalım oluyor mu olmuyor mu? Nişanlını da unutsan iyi edersin. Sen artık bir ölüsün çünkü." Sözleri de söylediği son sözcük gibiydi. Ölüm gibiydi.
22 yaşıma gelmiş, ama asla ölümü düşünmemiştim. Sanki hiç böyle bir şey yokmuş gibi yaşamıştım. Ama ömrümde ilk defa, şu an bunu düşünüyordum. Eğer hayır dersem ne olacaktı? Bizi öldürecek miydi? Yoksa babamın günahlarının bedelini ben mi ödeyecektim? Öl ya da evlen. Bu muydu yani? Bu nasıl bir karardı? İkisi de benim için aynı şey demek değil miydi zaten? Ben bunları düşünürken beni arabaya yasladı. Kollarımı arkamda birleştirdi. Bileklerime değen soğuk metalle irkildim. Başta silah olduğunu düşünmüştüm ama hayır, bu bir kelepçeydi. Kollarımı arkadan bağlayıp beni cipin arka koltuğuna fırlattı. Kapısını kapatıp gitti.
Gözyaşlarım o kadar çok akıyordu ki, hıçkırarak ağlıyordum artık. Ozan neredeydi? Ben kaç saattir buradaydım? Beni merak etmiş miydi? Polise haber verdiyse eğer neden hala polis gelmemişti? Annemle babam beni nasıl bulmuştu? Onlar bulduysa ozan da bulabilirdi. Bunları düşünürken arabanın sıcaklığı buz gibi olan bacaklarıma iyi gelmişti. Fırlatıldığım koltukta cenin pozisyonunda gözlerimi karanlığa hapsettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CELLAT
Ficción GeneralBora Emiroğullari Nefretin büyüttüğü bir çocuk. Sert, acımasız görüntüsü altında intikam ateşiyle yanıp tutuşan bir adam. " Ben nasıl acı çektimse sen de çekeceksin. Hem öyle bir çekeceksin ki yattığın yatak, içtiğin su zehir olacak." Bunları söyle...