BÖLÜM.4
KIRMIZI SONBAHARÇelimsizdim. Hayat beni olduğum noktaya getirene kadar sadece bekledim. Çaba göstermedim, Emek vermedim. Her şeye veya her işe hali hazırda konuldum. Torpille alındım. Benim aksime gecesini gündüzüne katıp köpek gibi çalışan insanlarıda gördüm. Emeklerinin nasıl boşa çıktığını seyrettim, Şımarık bi kızdım. Hayat bana ilk ve en ağır tekmesini atmadan önce çok şımarık bi kızdım.
Ama bi adamla tanıştım. İkimizde aynı konumda değildik. Onun bana layık bi insan olamayacağını her zaman defalarca yüzüne vurdum. Ama asıl ona layık olamayan benmişim. Sırf o daha acı çeksin diye gözlerinin önünde patronuyla nişanlandım. Safça gülmekten başka hiçbişey yapmadı, Kızmadı, bağırmadı, Çağırmadı. Sadece ellerini önünde bağlayarak gülümsedi.
Her zaman ki beni üzmek istemeyen Ferhat, Onu içten içe severken kabullenemedim. Ben bu çocuğu nasıl severim diyip durdum, Onu her zaman aşağıladım benden uzaklaşmasını istedim. Bana safça beslediği sevgi benim ona karşı olan nefretimden daha da büyüktü. Ben Ferhat'a aşıktım. Ben Ferhat'a ilk günden beri aşıktım.
Sokaklarım' da gezinen ruhu ise bana en büyük acıyı ve nefreti yaşatıyor şimdilerde. Kendini dahada anımsattı. Acısı biraz olsun dinen yarayı yeniden kanattı.Sokaklarım kilitli artık, Sokaklarımı kirletmelerine izin vermedim. Nişanı bozdum, Arkamda Delirmiş bi adam bıraktım. Turan Özaydın' da şimdilerde kendi acısında boğuluyor. Ama onun ilacı ben değilim.
Her çiçek solar, her genç yaşlanır, güzellik uçar, bütün mutluluklar biter ve aşkta sonludur. Yandıkça kendi sonunu getiren o ateş, söner ve aşkı, acıyı, mutluluğu, ihaneti, karanlık ve aydınlığı tadan insan ölür.
İhanetin karanlık kuytularından yeni arınmıştı bedenim, Biraz olsun daha temiz hissediyordum bugünlerde. Vicdan azabı git gide içimi yiyip bitirirken şimdi hiç aklıma bile gelmiyordu, Belki de unutuluyordu.
İkindi vaktine doğru güneş tepede görünmüştü, Sabahın ayazı kendini hafif
ılık rüzgara bırakmış, Sıcak sıcak esiyordu. Köyün ağaçları çok uzundu. Sıradışı gördüğüm her şeyin fotoğrafını çekiyordum. Köprünün tam ortasında durmuş kımıldamayan bi kirpi, Veya küçük akarsuda gözle pek görünemeyen ama yinede anı olarak kalmasını istediğim kırmızı solucanlar.Daha önce köylüler bile dikkatli bakıp farketmemiştir bu solucanları. Kimisine göre iğrenç, Ama bana tatlı gelen küçük canlılar. Suyun hafif eğimli yüzeyinde tek bi dal parçasına tutunarak kıvrılmış, Sanki derin bi uykuda gibilerdi.
Daha geleli 5 saat olmuştu, Ama atmosferine çabuk kapılmıştım. Ürkütücü gelmiyordu, Geldim geleli sadece insanların biraz tuhaf birazda sert bakışlarına maruz kalmıştım. Haklılardı tabi. Kimse köyünün saçma sapan uyduruk hikayelerle kötülenmesini istemezdi. Yada onlara göre böyleydi, Ben ise sadece bu yıllarda fazla abartıldığı için gazetelere manşet olduğunu düşünüyordum.
Müthiş sonbaharın etkisiyle çalılar kırmızılara bürünmüştü. Her sonbahar yüreğim hoplardı bu görüntüyle, Gelmeyecek bi gemiyi beklerdim ben her sonbahar.
1987
KasımDışarıya çıkmışlardı, Ferhat'ın dedesine ait yalıdan o muhteşem deniz manzarasını izliyorlardı. Her sonbahar dalgalar kayalara bi hoyratla çarpar, Hiç geçmeyecek bi öfkeyi andırırdı. Ferhat başını Hale'nin omzuna yaslamış konuşurken sesindeki tatlı tınıyı dinliyordu. Hale, Ferhata yeni işindeki patronunun gıcıklığını anlatıyor, tüm gün onun o berbat sesini dinlemenin eziyetinden dert yanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIKLAR ARDINDA
Fantasía"Bırak artık peşimi Turan, Sıkılmadınmı? İkimizi de üzme..." "Sen mi üzülüyorsun?" Dudaklarında alaycı bi gülüş belirdi. "Eminmisin? Çünkü Ben seni ne zaman gördüğümde o itle gülüşmekten başka birşey yapmıyordun-" "Sus ölmüş adamın arkasından bari k...