paha biçilemez gerçekler

449 78 12
                                    

🦋

kulaklarıma değen melodiler gözlerimi kapatma isteği uyandırıyordu. bir bakıma çekilen ruhumdu ve huzuru hissedişimin sebebi onun yanında oluşumdan kaynaklanıyordu.

yine bir akşam evindeydim. daima akşamlarda onunlaydım. sabahları nedense öfkeli oluyordum ona. ve şimdi daha dingin bir halle yanındaydım.

az uzağımda henüz gelen tahta parçalarının ambalajlarını birbirinden ayırırken yere oturmuş ve dikkatle işine geçmişti. bense hâlâ oturuyor ve bekliyordum. yardım etmeye gelmiştim değil mi?
o da ses etmiyordu gerçi.

ayağa kalkıp yanına gitmiş ve onun gibi yere oturup bağdaş kurmuştum. üzerimdeki tişörte kısa bir bakış attığımda mırıldanmıştım.

"üşümüyor musun?"

"pek değil, sen üşüyor musun?
kapatalım istersen pencereyi. resim yaptıktan sonra içeriyi havalandırmayı unutmuşum."

kafamı belirsizce sallayıp yüzüne bakmıştım.

"yok ondan değil. üstün ince geldi bir an."

hafifçe gülümsemiş ve bir şey demeden devam etmişti. henüz ambalajı çıkartılmamış olan parçayı elime alıp onun gibi parçalamaya çalışırken makas ya da bıçak kullanmanın daha mantıklı olduğunu anlayınca bacağının üstündeki bıçağa uzandığımda elime kısa bir bakış attı.

"bence kullanma. ambalaj çok sıkı ve ben kullanmak istediğimde parmağımı kıl payı kurtardım."

"en fazla yaralanırız. çocuk değiliz ya-"deyip omuz silktiğimde bıçağın ucunu geçirmiş ve açmak için uğraşmaya başlamıştım.

"çocukken alınan yaralar daha geç geçer biliyor musun?"

yüzüne kısa bir bakış atıp devam etmesini beklemiştim.

"her ne kadar tıp, küçük olanların yaralarının daha çabuk iyileşeceğini, çünkü mitoz bölünme sebebiyle yaranın erkenden kabuk bağladığını söylese de kimse ruhtaki yaranın nasıl kolayca iyileşeceğini bilmez."

birkaç saniye duraksayıp bakışlarımı ellerinde sabitlediğimde gözlerinin içine bakacak cesareti bulamamıştım o an.

"o çocuk, sana benziyor dediğim, bu tezi bana kanıtladı." dediğinde bıçakla ambalajı oymaya devam etmiştim.

"yalnız ve diğerleriyle oynamak istemiyor. aslında istiyor, sadece korkuyor."

"kimden?" dedim kısık bir sesle, sanki ifşa olacakmışım korkusuyla. halbuki bahsi geçen çocuğu bile tanımıyordum. sadece bir şekilde beni çözecek diye korkuyordum.

"kendisinden." cevabı ile bileğimin kenarını çizmem eş zamanlı olmuştu. hyunjin'in fark etmesi ile bıçağı elimden alıp bileğimi avucuna koyduğunda kaşlarını çatmıştı.

"çocuk değiliz derdin ha?"

"evham yapma, ufak bir çizik."dediğimde dinlemeden ayağa kalkmam için zorlamıştı. pekala dediği kadar keskindi ve yara çok büyük olmasada derindi. çünkü çapraz girmişti ve ben farkına vardığım saniyelerde hareket ettiğim için daha da çizmişti.

banyosuna girdiğimizde avucuna dökülen damlaları umursamadan suyu açmış ve bileğimi soğuk suyun altında tutmuştu. uzun parmaklarıyla bileğimi kavramaya devam ederken omuzlarımı düşürmüştüm.

"endişelenmeyi keser misin, komik geliyor."dediğimde güldüğüm falan yoktu. o da gülmüyordu, hatta beni bile dinlemiyordu.

suyun altında tutmamı söyleyip banyodan çıktığında çok geçmeden elinde bir paketle gelmişti. paketi katlanmış olan havlularının üstüne bıraktığında içinden birkaç malzeme çıkartmıştı.

"hâlâ durmadı mı?"

bir şey demeyip suyu kapattığımda hâlâ kanamaya devam ettiğini gösteresim gelmiyordu. biraz havlu peçete kopartıp yaranın üstüne bastırdığımda, anlamsızca yüzüme bakmıştı.

"boş versene."

"felix-"

"gereksiz evham yapıyorsun. ölmeyeceğim korkma, başına falan da kalmayacağım."

"saçmalama."deyip bileğimi kavradığında ufak bir çocuk gibi beni yanına çektiğinde peçeteyi kaldırıp yaraya bakmıştı.

"az öncekine göre daha yavaş kanıyor."

"mumlar lavanta mı kokuyor?" deyip banyonun içindeki mumlara gözlerimin ucuyla bakarken, yakınımda olan yüzüne odaklanmamak için kendimle savaş içerisindeydim. keza bu gece uyku isterdim, ona daha yakından bakma fırsatım olmuşken bakmamak bana azap çektirirdi.

"evet." deyip bileğimle ilgilenmeye devam ederken, yanağıma değen saçları ile ürpermiş ve anlık gözlerimi kapatmıştım. kafasını yaraya eğdikçe saçlarından gelen kokuya hapsolmanın eşiğindeydim. illegalliğin dibini sıyırdığım dakikalarda bir infaza kurban idim. omuzlarından ittiresim ya da tamamıyla kafamı boynuna gömesim vardı. kamburlaşan sırtına kısa bir bakış attığımda baş parmağının ucunu bileğimdeki bir noktaya sürtmüş ve anında kafasını kaldırmıştı.

"bu iz ne zamandan. dikiş almış belli ki?"

nereyi gösterdiğini anlamak için kafamı eğdiğimde gördüğü m manzara karşısında soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. her saniye daha da deşifre olacakmışım hissiyle burun buruna geliyordum. ve bu adam benimle oyun oynuyor gibiydi. sol bileğim olduğunu henüz fark ediyordum. ve evet orası daha önceden yaralıydı. her ne kadar kabuk bağlayıp kapansa da ben buralardayım diyen bir anısı ve sancısı vardı. sancısı ruhumdaydı, izi bileğimde kalmıştı.

"hatırlamıyorum. ben küçükken olmuş." deyip geçiştirdiğimde sardığın henüz fark etmiş ve fırsattan istifade bileğimi kurtarmıştım ellerinden.

birkaç saniye yakınımdaki gözlerine bakıp omuzlarımı düşürmüş ve ne diyeceğimi bilemediğimden öylece beklemiştim.

parmakları koluma dolandığında yüzünü eğmiş ve aşağıdan gözlerime bakmıştı.

"felix, yalan söylüyorsun?"

"hyunjin, şu an yaptığın her şey birer hata ve sen pişman olacaksın. yalvarırım beni kendimle bırak." dediğimde sertçe yutkunmuş ve cesaretle kafamı kaldırıp gözlerine bakmıştım. belki biraz duygusuz ve sivri dille uzak dursun diye uyarmıştım. aksi halde beni yanında bile istemezdi.

"bana bu kadar yaklaşma. beni merak etme. yaralarımla ilgilenme. senin o süslü cümlelerin benim canımı şu kesiklerden daha çok acıtıyor. lütfen, sadece bir yaşlı ol olur mu. sen 26'sında yetişkin bir adam, ben 18'inde ruhsuz bir ergen. bunu bana sen söylerdin. bu, bununla kalsın olur mu?"

bakışları gözlerimin içinde bir şeyler ararmışçasına fıldır fıldırdı. dolgun dudakları sanki bir itirazın yollarındaydı. yine de konuşmadı. sadece yutkundu ve gözlerime yine aynı keder dolu ifadeyle baktı. doğrusu şu zamanda suskunluk ikimiz için de en doğru olanıydı.

"işini daha sona hallederim. şimdi iyi geceler." demiş ve bir şey demesini beklemeden önce banyosundan sonra apar topar evinden çıkmıştım.

göğsümdeki yenilgi ve ağır sancıyla birlikte bedenimi sokağa attığımda neredeyse ağlamak üzereydim. buna izin vermedim. ağlayamazdım. ama bağıra çağıra, kendimi hıepalayaraktan bütün sinirimi boşaltmak istedim. benzersiz ağrının şifası yine benzersiz bir ağrıydı bana göre. ve bu kısır döngüde uyuşmak yalnızca anormallerin harcıydı. normaller bizden uzak kalmayı tercih eder ve ömür boyu bir başımıza bırakıp ucube ithamıyla anarlardı. pek umurumda değildi. ben farklı olmaktan ve böylesine deli olmaktan memnundum. en azından yaşadığımı görüyordum, acıyı hissederek.

ağırlayın azrail'i ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin