çok kez aynı gökyüzü,
çok kez aynı güneş,
çok kez aynı bulut,
çok kez aynı günbatımı,
çok kez.
bir defaya mahsus yok olmaya yüz tutmuş gibi aydınlık.
son defa buruk bir akşamüstü,
son defa tatlı bir esinti,
son defa ayrı bir ışıltı...vakitlerden akşamüstü,
eski bir şiirin elem sunan bir başlığını okuyup öylesine bekliyordum. yanağımı okşayan tatlı esintinin leylası olup, bir ona bir şiire odaklanırken de düşünüyordum. yalnızlık, diyordu; yalnızlık tanrı'ya şarkı söylüyor.gelip geçen zamanların en dinginine ulaşmış gibi hissediyordum. şimdilerde tatlı bir sahil kasabasında yanında olmayı dilediğim adamla yaşamaya çalışıyordum. yaşıyordum yaşamasına da, bazen aklımı kaçırdığımı düşünüyordum.
beni kabullenişi, evine alışı, ilgilenişi ve daha bir çok detayı kendime tokat atma isteği uyandırıyordu. kafamı soğuk suya koyup çıkartmak istiyordum yanına uzandığım akşamlarda. bir çocuk gibi hissediyordum kafamı okşadığında.
yorgunluktan çöken omuzları canımı sıkıyordu son zamanlarda. ona yaşlı demeyi seviyordum, öyleydi. genç ve oldukça yakışıklı olmasına rağmen ruhu yaşlıydı. kabul ettirememiştim ona gençliğini. bırakmıştım kendi haline, en iyi zamanları geçirdiğini söylüyordu. belki de beni kandırıyordu.
sante, başka bir adamdı, hareketleri bile ince ve zarifti. sıkılmadan izleyebilirdim görkemini. yavaş adımları vardı, sakin tonda bir sesi, ağır bakışları ve tebessüme yakın yorgun gülüşleri fazlasıyla özeldi. kıkırtısı bir melodi, sözleri taze yazılmış bir şairin ellerinden fırlamışçasına derin ve ruhumu öteki diyarlara sürükleyen bir huzuru vardı. kalbimi avuçlarının arasına bırakıp kaşmış gibiydim ışığından. kalırsam kavrulurum diye korktuğumdandır bu kaçışlar. gerçi gözleri yüzüme değdiğinde bile nefes alışverişim tökezliyordu ya neyse.
ona aşık olduğumu söyleyip durduğumda hâlâ sessiz kalıyordu ama üzmüyordu beni. sadece yutkunuyor ve gülümsüyordu. gözlerinin içi gülüyordu birlikte vakit geçirdiğimizde, bana alışmıştı.
şimdi en başa sürüklüyordum aklımı, kiracımız olarak adım attığı apartmanı anımsıyordum. çok uzakta değildi o yaşamlar ama o kadar ağır gelmişti ki zihnim derinlere gömmüş gibiydi. gün yüzüne çıkartmak için çok yorgundum. yine de anımsayabildiğimi düşündüm.
adım seslerini işitmek için sessizleştiğim odamda yatağıma uzanıyor ve onu dinliyordum. açtığı şarkıların şarkı sözlerini aratıp bulmaya çalışıyordum. hâlâ listesini alamamıştım. pek geçmişi hatırlatmak istemiyordum, yeni bir başlangıcın kabulünü yaşıyordu kendi içinde.
güzel kelamlarını hatırlıyordum. daima doğru ve dürüst olmaya özen göstermişti. bazen onun gibisi için fazlasıyla kirli olduğumu düşünmüştüm. fakat öyle geniş bir kalbi vardı ki, hiç yadırgamadan sevebiliyordu bazı şeyleri. korkum en çok beni içeriye almamasından yanaydı. ya hiç sevmeseydi beni, nasıl katlanabilirdim bu hayata?
çeneme yasladığım elimi çekip iç çekmiş ve bakışlarımı sahilden çekmiştim. hava kararmaya başlıyordu, karşımdaki kızıllık epey derinleşmişti. deniz de nasibini almış gibi kızarmıştı. renklerin geçişi büyülüyordu beni. akşamüstleri sahili tercih ederdim çoğu zaman.
ayaklarımı oturduğum yerden aşağıya sarkıttığımda zeminin soğuğunu hissetmiştim. hava serinlemişti ve pencereleri kapatmak için dolanmaya başlamıştım. hyunjin hâlâ dönmemişti. son zamanlarda evin içinde yalnız takılmaktan sıkılmıştım. hyunjin yeniden okula başlamam gerektiği konusunda beni ikna etmeye çalışmıştı, lakin şu an akademik bir yol için hazır hissetmiyordum. hâlâ insan içinde olmaktan kaçıyordum. ev benim için çok daha iyi bir alandı, bu yüzden hyunjin'in geçen haftalarda getirdiği rafı onarmış ve temizlemiştim. henüz kolilerde olan kitaplarını kendi kafama göre dizsem de bundan ne kadar memnun olurdu bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ağırlayın azrail'i ✔️
Fanfiction"seni sevmek için çok genç olduğumu söylüyorlar." 10.04.22 07.06.23 text-düz yazı