"anladın mı şimdi? bunun formulü var yani gayet basit." taehyung oldukça sakin bir şekilde ama yine de sinirini hissettiren bir ses tonuyla her ne kadar gelmeyeceğini söylese de şu an karşında oturan namjoon'a bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ve bu benim açımdan bakılınca tatlı bir görüntüydü aslında. onun aksine hoseok yoktu.
kumral saçlarından ellerini geçiyor ve ara ara ofluyordu, ders çalışmaya ara verdiği zaman kendini oturduğu koltuğun sırtına yaslıyor ve kısa süreliğine gözlerini kapatıyordu.
"formülle mi oluyor her şey yani?" dedi namjoon tekrar, kafası karışmış bir sesle.
"mal mısın sen namjoon? siktir git şuradan canımı sıkma." dedi ve geriye yaslandı taehyung. okul çıkışından beri buradaydık ve onun da yorulduğunu anlayabiliyordum. boynunu ovuşturup duruyordu ve sık sık gözlerini kapatıyordu. hava kararmıştı ama onun verim alabildiği tek anın namjoon'a ders anlatmaya başlamadan önceki anlar olduğuna emindim.
"gidelim mi artık?" dedi jimin kendine has yumuşak tonuyla. hepimiz başımızı sallayıp onu onayladık ve hızla ayağa kalktık. dışarı çıkan ilk kişi taehyung oldu ardından da namjoon ve biz çıktık.
aşağıda ayrlıyorduk çünkü jimin ve namjoon sağ tarafa, taehyung ve benim sol tarafa gitmemiz gerekiyordu.
"taehyung bir gelsene." fakat biz tam iki yöne ayrılmak üzereyken namjoon taehyung'a seslendi ve onu kütüphanenin ara sokağına doğru çekti. ben ve jimin kısa bir an birbirimize bakıp kütüphanenin önünde öylece kalmıştık.
jimin'in etrafta olan bitene sadece gözlem yapıp gerisini sorgulamadığı ortadaydı, bize karşı içindeki duygular nasıldı bilmiyordum ama ön yargı yapacak olursam sadece yanında olan birkaç kişiden ibaretmişiz gibi geliyordu bana.
ve hepimizin gizli saklı bir şeyleri olduğu gibi onun da vardı.
mesela şu an kütüphanenin ara sokağında ne bok yaptıklarına dair hiçbir fikrim olmayan namjoon ve taehyung ikilisinden taehyung buradan birlikte ayrılıp evine doğru yürürken bana hiçbir şey anlatmayacaktı. ben de tam bu yüzden sormayacaktım ona.
birbirimize güvenmek istediğimizi, yanında olmak istediğimizi, yardımcı olmak istediğimizi açık açık söylemiştik ve ben ona açık olmaya da devam edebilirdim. her zaman öyleydim, ona hiç yalan söylememiştim, o konuma da gelmemiştik. bir şeyleri söylememezlik de yapmamıştım. bana ne sorsa ona cevap verirdim.
ama o, içinde aşamadığı bazı nedenlerden dolayı bize bir şeyler söylemeyi reddediyordu. içine saklıyordu, dudaklarından çıkarmıyordu çoğu şeyi. gizli saklı işler yapıyordu, gecenin bir yarısı bir yerlere gidip geri döndükten sonra evinin oradaki parkta ağlıyordu. çocukluk arkadaşı yoongi'ye, seokjin'e anlatmıyordu. bana anlatmasını isterdim, ona daha da yakın olmaya çalışıyordum ama geçmişte aramızda geçen bazı şeyler hala o ince duvarı tutuyordu taehyung'da. ben onu yıkmıştım onun için. ondan ciddi anlamda hoşlanmaya başladığımı hissettiğimde tabularımı, duvarlarımı yıkmıştım.
eskiden insanlara dokunamamak çok da büyük bir mesele değildi benim için ama ne zaman taehyung'a karşı başka bir çekim hissetmeye başladım, o zaman ona dokunmak nasıl olur diye düşünmeye başladım. birbirimizle şakalaştığımızda çok rahatsız oluyordum çünkü bunu yapmasını isthemiyordum. ben ona nazik olmak istiyordum.
birbirimize karşı belli hatalar yapmıştık ama ben bunu telafi etmeye çalışıyordum, o ise umursamıyordu.
namjoon ve taehyung geri döndüğünde herkes kısa bir vedalaşmanın ardından dağılmıştı. biz taehyung'la sol tarafa doğru yürümeye başladığımızda kendime engel olamamıştım. hoşlanıyordum ondan. yapabileceğim bir şey yoktu. deli gibi merak ediyordum onu. herkesten daha yakın olmak istiyordum ona. bana bir şeyler söylesin istiyordum.
"namjoon neden çağırmış seni?" dedim fazla da meraklı olmamaya çalışarak. "önemli bir şey değil." asla şaşırmadığım bir cevap verdiğinde ellerimi ceketimin cebine soktum ve başımı iki yana sallayarak saçlarımı dağıttım.
"benim meselem değil jungkook." dedi başını yandan bana çevirirken. "dudaklarını büzme." dedi sonra gülümserken. "tatlı oluyorsun, beni böyle kandırmaya çalışma." dediğinde dudaklarımı büzdüğümün farkında bile değildim.
pekala o bana iltifat etmişti, sakinliğimi korumak istiyordum.
"saçlarımı boyatayım diyorum." dedi ben ona bir şey söylemeyince. bu sefer o ileriye bakarken ben ona baktım. saçlarında gezdirdim bakışlarımı. kumral saçları hafif esen rüzgarda ara ara hareket ediyordu.
"ne renge boyatacaksın?" değimde başını iki yana sallayıp saçlarını dağıttı. "bilmem ki, sana soruyorum işte." dedi ve benim dikkatimi dağıtırken oldukça yavaş bir şekilde sol elinin parmakları ile sağ elimin parmaklarını kenetledi. o kadar hafif tutuyordu ki elimi, belli belirsizdi her şey.
"aslında aklımda birkaç seçenek var ama, sen de bir şeyler söylersen değerlendiririm." dedi. "değerlendirmeye alacaksın yani, yapmayacaksın." dedim gülerek. o da bir küçük bir kahkaha attı. evinin sokağına girmiştik.
"jungkook." dedi kıkırtısının arasında. "pembe yap." dedim dalgasına. "tamam." dedi bir an bile sorgulamadan, bir şey söylemeden. güzel gülümsemesi yüzündeydi. elinin uçuk sıcaklığı avucumun içindeydi ve ben kendimi rahatsız hissetmiyordum.
"dalga geçiyorum." dedim sonrasında fakat o bozuntuya vermedi, beni takmadı bir nevi. sonra elimi bıraktı ve ceketinin cebinden evinin anahtarlarını çıkardı. birkaç adım sonra da evin önündeydik.
o an fark ettim ki taehyung elimi bıraktığı an tarifi imkansız bir boşluğa doğru düşmüştüm. belki de ihtiyacım olan tek şey onun şefkatli dokunuşundan başka bir şey değildi.
korkmak istemiyordum, onunla olmak istiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
dive into you
Fanfictioninsanlara dokunamayan jungkook ve akustikofobisi olan taehyung. kim taehyung & jeon jungkook| @bennyburnday'e ithafen. ©muudita 2022