0.9

15.9K 1.4K 204
                                    

"seninle içeri girmemi ister misin?" dedi jungkook endişeli bir sesle. "buraya ilk kez geliyormuşum gibi davranıyorsun jungkook." dedim ben de onun bu hallerine karşılık. dizlerim titriyordu ama ona belli etmemek için çabalıyordum. bugün biraz daha kendimi açmayı planlıyordum bay woo'ya karşı ve bu beni geriyordu.

"belki kendini daha rahat hissedersin diye dedim." dediğinde gülümsedim kısaca, belli belirsizdi, çok kısa sürdü.

"daha bilmeniz gerektiğini düşünmediğim şeyler var." dedim dürüstçe. o bana herkesin içinde onlara muhtaç olduğum iması yapabiliyordu, ben de ona dürüsttüm bugün.

"tamam, seni burada bekleyeceğim o zaman." dedi ve bir iki adım kliniğin dışına doğru attı. seokjin'in babasından çaldığı siyah jeep kliniğin biraz uzağında park edili haldeydi. az önce içerisinden inmiştik, bay woo'nun ofisi apartmanın en üst katındaydı. buraya yıllardır geliyordum ve bay woo ile ilerliyemiyorduk bir türlü.

geçmişim biraz garipti. annemle babam hayatımı sikip attıktan sonra bir araba kazasında ölmüşlerdi. seokjin'le dokuz yaşındayken tanışmıştım, o zamanlar yoongi ile aynı apartmanın altlı üstlü dairelerinde oturuyorduk, arada konuşurduk. fobimin yeni yeni ortaya çıktığı dönemlerden biriydi ama bana o kadar anlayışlı ve sakin yaklaştılar ki akran yardımı ile iyi olduğumu sandım. sonra annemle babam tekrar beni tetiklemek ister gibi evi birbirine katmaya başladılar.

sorunlu bir çocuk olduğumu kabul ediyordum ama hiçbiri benim suçum değildi. annemle babam öldükten sonra ise onlarla alıştığım hayatın getirisi olan fobim beni bir türlü bırakmadı. bana kalan miras ile geçinmeye çalışıyordum, on sekiz yaşında lise son sınıftım ve hayat zordu.

üç yıldır terapiye gidiyordum. gitmeyi hiç istememiştim ama lise birde diğer arkadaşlarımla ilk tanışmaya başladığımızda jungkook sınıfın ortasında kendini tanıtırken 'insanlara dokunma fobim var, lütfen bana ona göre davranın.' demişti ve resmen kendi lise hayatının başını iyi yönden çizmişti.

o zamanlar utanırdım çünkü kabullenmek istemezdim, böyle bir şeyden habersizdim de sadece seslere karşı hassas olduğumu ve yüksek sesten hoşlanmadığımı düşünürdüm.

jungkook bana bağırana kadar.

lise birin sonunda okula alışmaya çalışıyor ve jungkook'un yanında da oturmaya devam ediyorum aynı zamanda. teneffüste arka sırada kaynaştığı arkadaşları ile konuşmak için hafifçe bana doğru dönmüştü ve ben de geriye yaslanmak üzere bacaklarımı biraz açmıştım. çarpışmıştık.

şı sıralarda bu fazlaca oluyordu ama artık o kadar tepki vermiyordu.

daha sonra jungkook önce bir şoke olmuş, kısa bir süre duraksadıktan sonra da bana dönüp 'sakın bir daha bana dokunma, sakın.' diye suratıma bağırmıştı. herkes şaşırmıştı, ben de dahil. fakat ben daha çok krize girecek gibiydim.

o zaman feci bir şekilde tetiklenmiştim. ellerim ve bacaklarım zangır zangır titremeye başlamıştı, jungkook'a hiçbir şey söyleyememiştim, o da kalkıp gitmişti zaten.

gözlerim dolmuştu ve neredeyse ağlayacaktım. seokjin'le, yoongi yanıma gelmiş beni sakinleştirmeye çalışmışlardı ve o zaman bizi uzaktan izleyen hoseok okul çıkışı daha önce hiç bir araya gelmeyen bu yedi kişiyi toplayıp benim durumumun hiç normal olmadığını söylemişti.

sürekli kulaklarımı kapatıp sayıklamıştım. olduğum yerde sallanmıştım ve saçlarımı çekiştirmiştim.

daha sonra cebinden bay woo'nun kliniğinin kartını çıkarmış, bana vermişti ve hiçbirimiz hoseok'un cebinde neden bir psikiyatristin kartı var sorgulamamıştık.

"bugün nasılsın?" bay woo'nun karşısındaki mavi sandalyeye otururken her zamanki gibi ilk sorduğu klasik soru buydu. kendisi gri sandalyesinde oturuyordu.

"iyiyim. jungkook'la geldim." dediğimde gülümser bir ifade ile bana baktı. "güzel, uzun zamandır bir arkadaşınla gelmiyordun." derken başımı sallayıp onayladım onu.

"okulda kriz geçiriyordum." dedim bir şeyler anlatmaya başlamak ister gibi kendimi gösterirken.

"nasıl oldu peki, seni ne tetikledi?" dedi ve gözlerime baktı. "metal bir musluk düştü sınıfın ortasına, ders anlatan öğretmenin tahtaya yazarken çıkardığı sesler sanki biri kafama vuruyormuş gibi hissettirdi." derken önce odanın içinde bakışlarımı gezdirdim, sonra da bay woo'nun gözlerine baktım.

"babam da vururdu bana küçükken." dedim. başlıyordum. derin bir nefes aldım. bay woo bir şeyler karaladı önündeki çizgisiz kalın kapaklı deftere.

"ona göre bir hata yaptığımda, bana kızdığında, tam buraya," dedim ve elimi başımın yan tarafına bastırdım. "tam buraya vururdu, sertçe." dedim ve büyük bir nefesi ciğerlerime aldıktan sonra başımı eğip saçlarımı parmaklarımın arasına sıkıştırdım.

"o kadar acımasızdı ki canım yansa da umurasamazdı." gözlerim doldu. iyice kendimi korumak istermiş gibi sandalyede büzüşmeye başlamıştım.

"çok vururdu kafama, bazen yürürken sendelerdim. annem doktora götürmüştü bir keresinde, beynimin dengesel bölümünün hasar gördüğünü söylemişlerdi." derken bay woo'ya bakmamakta ısrarcıydım.

"ben neredeyse hiçbir faaliyet yapamayacaktım." dedim. "annem beni onlarca kursa gönderdi, hayatımı kurtardı bir nevi." dedim.

ellerimi kucağıma düşürdüm. başım hala eğikti. "bana bağırırdı sürekli, kızardı, anlamazdım bile daha sekizli yaşlardaydım." dediğimde ancak başımı kaldırabilmiştim cesaret alıp.

"çok yalnızım ve iyi değilim." dedim hemen ardından. önündeki kağıda bir şeyler yazdı tekrar. sonra bana basit birkaç bir şeyler sordu ve seansı bitirdi.

ilaçlarımın yazılı olduğu reçeteyi aldım ve klinikten çıktıktan sonra jungkook'u apartmanın önündeki bankta oturur halde buldum. ona seslenmeden yanından geçerken beni fark etti ve hızla ayağa kalktı.

"nasılsın? nasıl geçti?" dediğinde ona dönmeden yürümeye devam edip "iyi." diye mırıldandım. arkamdan arabanın kilidini açtı ve ben de seri hamleyle yolcu koltuğuna bindim.

"bizimkiler çağırıyor, gider miyiz?" derken kollarım göğsümde bağlı, emniyet kemerim takılı, başım kendi camıma dönük gözlerim dolu doluydu. bacaklarım titriyor, kendimi sıkıyordum.

"ben eve geçsem daha iyi olur." dediğimde ısrar etmedi, itiraz da etmedi. beni tam evimin önünde bıraktığında arabadan yavaşça indim ve kapıyı kapatmak için arkamı dönünce jungkook'a kısa bir bakış atıp görüşürüz diye mırıldandım. titreyen ellerimle zar zor evin kapısını açıp içeriye girdim.

yalnızlığın iyi mi yoksa kötü mü olduğunu tartmaya başlamıştım şimdi.

dive into youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin