metronun içi, tanımadığımın hıçkırıkları

1.8K 145 58
                                    

koridor.

okulumun, benim dışında muhtemelen kimsenin olmayan, en güzide yeri, edebiyat panosu.

bir kaç, kitap sözü, özlü sözler, öğrencilerin yazdığı komposizyon ve şiirler, her birine tek tek göz gezdiriyorum.

sonra en sevdiğim kısma geliyoruz, wn.

okulumuzun, sadece edebiyat hocamızın bildiği o öğrenci ve onun şiirleri, gerçi, tam adı brown'muş, anonim adı tabiki, kahverengi, acaba ne anlamı var, önemsemiyorum, onun kahverengiyken ve wn iken yazdığı şiirlerden çok hoşlandığımı biliyorum sadece.

her gün, yeni bir tanesini yazıyor ve okulun altıncı dersinde iken, buraya asılıyor, şimdiyse ben, yedinci derse doğru olan tenefüste, onun yazdığı şiiri okumak istiyorum, fakat bugün, bir söz var, sonraki şiiri için küçük bir alıntı olduğu yazıyor altında.

kapımın önü, senin dairene bakıyor, ve ben her birini, sarı görüyorum.

sarı.

renklerden kesinlikle çok hoşlanıyordu, banada bulaştırmıştı, özellikle kahverengi, âh, adını wn koymasaydı kahverengiye bu kadar düşkün falan olmazdım. kahverengi, neden kahverengiydi, bilmiyordum, önemsiz. tamam, tamam, belki önemli ama, onun için önemli, ben onun yazılarını ve şiirlerini okumaktan başka bir şey yapamam.

neyse, edebiyat panosunda, yapacaklarımı yaptım, şimdiyse, derse gitmekten başka çarem yok ve ayaklarım sınıfıma gidiyor istemeden, cidden tüm ders bu panonun önünde dururdum ki ben!

bu arada, dersimiz edebiyat.

kahverengiyi merak ediyorum, fakat, ikisinin arasında olan bir şeye, meraklı sazanlar gibi atlamak bana göre değil, yazdıkları yeterli benim için.

fazlasını istemek, bencillik olur, hele, yazıları ile hiç ilgilenmeyen insanların bunu istemesi, sadece tek bir hoca biliyor diye meraktan ölmeleri, kesinlikle bencillikti.

kahverenginin, yani wn'nin, yazıları, şiirleri bundan çok daha önemliydi.

sırama oturdum ve kitabımı çıkardım yavaş hareketlerle, o sırada seungmin yanıma gelmiş ve oturmuştu o da benim gibi, koşturmuş olmalıydı, bir hayli terliydi.

"terlemişsin, noldu?" seungmin nefeslenirken bakışlarını bana çevirmiş ve kaşlarını kaldırmıştı hafifçe "ha," nefeslendi ve yine devam etti, cidden yorulmuştu. "minho, kavga ediyordu, sanırım arkadaşı için bende ona yardımcı olmuş olabilirim, birazcık." sırıttım biraz, minho'dan fena halde hoşlandığı belliydi.

"sonra naptınız, iyi misin sen, iyi duruyorsun." kafasını salladı suyunu içerken. "ben gayet iyiyim, çünkü minho ile kaçtık! çocuklar, en az yirmi kişiyle belirince yapacak bir şeyimiz kalmadı." durup, durup, dalıp, dalıp, gülümsüyordu seungmin, hoşlanıyordu, sevgi böyle hissettiriyor olmalı dedim içimden, wn de yazılarında sevgiyi hissediyordu sanırım.

daha sonra edebiyat hocamız geldi, bugün ders işlemeyeceğini söyleyince, tüm öğrenciler telefonlarına gömüldü, bense telefonumdan bir kaç kısa hikaye tarzında bir şeyler okurken, edebiyat hocamızın seslenmesi ile gözlerimi buluşturdum onunla.

"buyurun hocam?" dedim telefonumdan kafamı kaldırıp, eliyle beni yanına çağırmıştı, böyle şeyler beni çok gererdi, ciddiyim, çok fazla, bacaklarıma gelen titremenin sebebi de buydu. hiç bir şey yapmadım tabii ki, sadece dedim ya, gerilirdim.

yanına sıralardan birisini çekmiş ve oturmam için göstermişti, dediğini yapıp oturmuştum da. "seninle, panomuz hakkında konuşmak istedim. edebiyat panosunu düzenleyen kişi, okulumuzdan ayrıldı ve ben seni her gün, edebiyat panosu yenilendikten sonra, büyük bir ilgiyle o panoyu okurken görüyorum, bu yüzden, edebiyat panosunu düzenleyen kişi olmanı istedim, jeongin tek başına yapamaz." tekte konuşmuştu, bende onu dinlemiştim sadece.

edebiyat panosunu düzenlemek.

wn'in şiirlerini ve yazılarını asmak demek olurdu bu.

"âh, hocam, olur, tabii ki. çok memnun olurum." yalan değildi, mutlu olurdum işte. çok olurdum hemde, kahverenginin şiirlerini kendi ellerim ile asmak beni mutlu ederdi.

edebiyat hocam da, bu dediğime gülümsemişti ve bende sırama geri ilerlemiştim.

gün böyle bitivermişti, şimdiyse evime gitmek için metro durağına ilerliyordum, kulaklarım kulaklarımda takılı ama metroya ulaştığımda kulaklarımdan çıkaracağım, yoksa ineceğim durağı kaçırırdım.

her neyse, geldim metroya, oturacak bir yer de bulmuştum, hatta yanım boştu, zaten bu saatlerde bizim okuldakiler dışında pek metroya binen farklı birileri olmuyordu.

yanıma birisi oturdu.

siyah kapşonlusu, altındaki siyah pantolonu ve beyaz kablolu kulakları ile, kesinlikle depresifliğin vücut bulmuş hali gibi görünüyordu. gerçi, kahverengi, siyahın herkesin depresifliği olmadığını söylemişti bir yazısında, belki de onun da depresifliği değildi.

burnunu çekti.

ağlıyor muydu o? belki de sadece hava değişimlerinden dolayı hastalanmıştır.

yine çekti ve yine, yine.

sonra, kafasını omzuma koydu. gerçekten de ağlıyordu, küfür edesim geldi o an. bir insanın omzumda ağlayışını duymak ister miydim, muhtemelen hayır.

ama şuan oluyordu işte!

bir şey demedim, bir omuza ihtiyacı varsa, yanındaki omuz bendim, koysun işte.

kafasını kaldırdı bir süre sonra, göz göze geldik. minho'nun arkadaşı olduğunu farkettim onun, bir yan sınıfımızdaki çocuktu bu, adını bilmiyordum ama koridorda görüyordum çoğu zaman, öğretmenler odasına girerdi sürekli.

sonra, kalktı ve gitti. gözlerini bir iki kere kapatıp açmıştı, bunu teşekkür etmek için mi yapmıştı bilmiyordum ama bende hafifçe tebessüm edivermiştim, gerçi çok umurunda olmamıştı, kapı açılır açılmaz, çıkmıştı.

günümü, metronun içinde, tanımadığımın hıçkırıkları ile, devam ettirmiştim böylece.

brownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin