sahi, bir şeyi sevmemek için en küçük bir nedeni bile, bahane edersin

496 111 27
                                    

apartmanımızın bodrum katındayım şuan.

bisikletim, ben ortaokul'u bitirip, lise'ye geçtiğimden beri burada, bir daha sürmedim. belki de unuttum bisiklet sürmeyi, önemsiz bunlar, changbin ile beraber olacağım.

bisiklet sürmeyi, bir keresinde feci bir şekilde düşüp, diz kapağımın çıkması ile bırakmıştım, çünkü bir ay boyunca yürüyememiştim, iğrençti, tam anlamıyla iğrenç.

genelde böyle küçük şeyler, beni hobilerimden, sevdiklerimden, soğutmaz, sahi, bir şeyi sevmemek için en küçük bir nedeni bile bahane edersin. bende öyleydim işte, "bisiklet yüzünden bir ay yürüyemedim baba, bodruma kaldıralım, artık onu sürmek istemiyorum." hayır, sadece sıkılmıştım.

yine de, babam üzülür, zaten çok birlikte olamıyoruz, diye düşünmüş ve bunu söylemiştim babama, yeni bir aktivite buluruz demişti, bulmuştuk da. bir oyun konsolu aldık, birlikte just dance oynadık, fifa gibi oyunlar oynayıp küçük küçük tartıştık, babamla ben, ne olursa olsun yine birbirimizi mutlu ederdik.

babam seslendi yukarıdan bana. "lix! kaskın ve dizliklerin burada, buldun mu bisikletini?" göremeyeceğini unutup kafamı salladım o an, sonra farkedip kendime gülümsedim ve cevapladım babamı. "burada, biraz tozlanmış, bir bez de getir, olur mu?"
"tamamdır!"

bodrumdan çıkardım bisikletimi, kırmızı bir bisikletti, üstünde bir kaç çıkartma vardı, hepsi bana geride kalan çocukluğumu hatırlattı.

babamda, elinde kaskım, dizliklerim ve bir toz bezi ile geldi, kaskım ve dizliklerimi bana uzatıp başıyla takmamı işaret etti. "düşmemeye dikkat et, özellikle dizinin üstüne, ne kadar üstünden geçse de, tetiklenebilir." hafif bir nefes verdim ve kafamı salladım. babam, bisikleti temizlemeyi bitirmiş ve ellerini çırpmıştı, bana bakıp gülümsedi ve bende gülümsedim ona.

"iyi eğlenceler, lix." üzülmemiştir değil mi, sonuçta, dört yıldır sürmüyorum ama changbin için çıkardım bu bisikleti dört yıl sonra. "benimle de süreceksin ama lix, söz mü?" serçe parmağını uzatınca kıkırdadım hafifçe ve kafamı yukarı aşağı salladım, bende serçe parmağımı geçirdim. "söz!"

binadan, bisikletimi iki elimde sürükleyerek çıktım, bizim evin yanındaki parkta buluşacaktık, ikimizin ortak buluşma noktası orası gibiydi sanki artık.

parka bisikletimi sürerek gitmedim, bu konuda biraz özgüvensizim, binip, düşebilirim, bunu da istemiyorum.

her neyse, parka geldim şimdi, tam söylediğimiz saatte burdayım, akşam sekiz, on beş, çeyrek geçe yani.

o da, bir dakika sonra burada, görüyorum yoldan, bisikletini sürerek geliyor, sekiz, on altı, çeyrek geçmiyor.

hoş, aynı saatler de burada değiliz, birbirimizden, bir dakika sonra buralardayız.

bisikletini benim gibi elinde tutmadı, kilitledi ve yerinde durmasını sağladı, sonra, bisikletine yaslandı ve "selam." dedi bana. bende, bisikletimi, ellerim arasında tutarken, "selam." dedim ona.

sahilde sürecektik bisikletlerimizi, öyle anlaşmıştık, sahil, buralara çok uzak değildi, on beş dakikalık bir yürüme mesafesi vardı.

"bisikletleri sürerek gidelim o halde." gözlerini gözlerimden çekmiyor, bu bir soru cümlesi aslında, sonuna soru işareti gelmese de, söyleyiş tarzından ve mimiklerinden anlaşılıyor normal olarak. "changbin."
"hm?" biraz çekiniyorum, bisiklet sürme konusunda özgüvensiz olup, buraya bisiklet ile gelmek çok komik ve utanç verici geliyor bana, yani, demem şu ki; changbin bana gülse, anlarım. "dört yıldır bisiklet sürmüyorum, en son bindiğimde düşmüştüm ve dizim çıkmıştı, yani, biraz da korkuyorum aslında."

gülümsedi bana, beni anlıyor. "sorun değil, o zaman, sana bisiklet sürmeyi hatırlatalım ve öyle gidelim, olur mu?" başımı salladım, olur. "şimdi, sen sürmeyi dene önce, eğer düşersen, seni tutacağım, biliyorsun." biliyorum. tutar.

bisikletime bindim, ayaklarımı pedala koymadım henüz, dengemi sağlayıp sağlayamayacağımdan emin de değilim. 

yine de koydum pedala ayaklarımı ve çevirdim pedalları, bir süre gayet iyi gittim, yapabileceğime inandım ama sonra düşecekken kolları ile tuttu beni.

sesli bir nefes verdim, paslanmışım, öyle değil mi? "tuttum seni." gülümsedi, başımı eğip gülümsedim bende. "tuttun, fakat, sürekli böyle tutamazsın beni changbin, öğrenmek zorundayım." herhangi bir tepki vermedi bu söylediğime. "istersen, tutarım, öğrenmek istersen de, öğretirim felix."  bunu söylerken, net ve emindi kendisinden, bu yüzden güveniyordum ona işte, bu yüzden.

"öğret bana."
"hm?"
"öğret bana, seninle yan yana bisiklet sürmek istiyorum, tam şu anda." gülümsedi bu sefer, gülmek yakışıyor. "öğreteyim."

brownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin