sevdiğim tüm şiirlerin, sahibi

572 106 125
                                    

uyandım, gözlerim feci acıyor.

ama yine de rahat uyumuşum, çok bir şey de uyumuş gibi değilim ama iyiyim işte, dün gece dışında. onun kalbime yaptığı ağırlık, korku, hep benimle.

yatakta yan tarafıma bakıyorum, boş.

korkuyorum biraz, changbin beni bırakıp gitmez, biliyorum onu. yine de, onu burada görmemek çok korkutuyor beni, yatakta emekleyerek başına geliyor ve ayaklarımı sarkıtıyorum, terliklerimi giyip ayağa kalkıyorum.

gözlerimi bir kaç kez kırpıştırmam gerekiyor, hâlâ şişler, acıyor. belki de damla gibi bir şey sıkmalıyım, neyse, bakarım sonra.

"cha-" sesim kısılmış, komik çıkıyor. ama yine de duyardı beni, değil mi? belki de boşuna kuruntu yapıyorum, bilmiyorum. odanın kapısını açıp, salona bakıyorum küçük gözlerle, burada da değil.

tamam, kuruntu yapıyor olabilirim ama ben dün gece yüzünden, changbin'in evde olmama düşüncesinden çok fazla korkuyorum.

iyi de, beni neden bırakıp gitsin ki? beni bırakıp gitmez o, biliyorum. banyonun kapısına da attım bakışlarımı, ışıkları sönüktü. "changbin." sesim kısıktı, ayrıca titrekti çünkü boğazım deli ağrıyordu.

"felix, iyi misin?" changbin yanıma gelip beni omzumdan tutunca gülümsedim. "iyiyim, sana bakınıyordum." changbin de yanağıma dokundu ve sonra indirdi elini. "sesin biraz korkmuş gibiydi, endişelendim bende, mutfaktayım." bende peşinden ilerliyordum, biraz kene gibi yapışmış gibiydim changbin'e, peşinden ayrılmıyordum. "sen, salona geçebilirsin felix." omuz silktim. "ne yapacaksın mutfakta?" göz devirdim, ne yapabilirim mutfakta? "yardım falan ederim sana işte." bir şey demeden mutfakta eski yerini aldı changbin, salatalık kesiyordu.

"changbin." salatalık kesmek ve arkada çalan şarkıya eşlik etmek ile meşguldu şuan da. "hm?" etrafıma bakındım biraz yapabileceğim ne var diye bakınıyordum, bulamamıştım henüz. "bana da bir görev ver." soymaya devam ettiği salatalıklardan bana çevirdi bakışlarını, tezgaha bakındı bir süre, bana güvenmiyor mu yoksa bu? "bilemedim ki." kaşlarımı çattım, burada yapabileceğim çok fazla iş var bir kere.

tamam, belki sadece patates soyabilirim.

"ne? patates soyacağım, bak göreceksin." changbin başını sallayıp çalan şarkıya geri dönünce gözlerimi devirdim, soyup onu göt edecektim. kusura bakmayın, cidden.

elime aldığım bıçak ile patatesleri soymaya başladım, yapıyorum işte, tüm yemekleri babamız yapıyor diye biz de bir şey bilmiyor sayılmayız.

parmağımı kestim, güldüm kendime, göt olan ben olmuştum!

tamam, tırnağımın yanındaki eti kestim diye bir tık acıyor, çığlık atma zamanım. "ah!" changbin, salataları bitirmiş, domateslere bile geçmiş, vay be. bana bakışlarını çevirince gördüm, hızlı çocuk. "noldu?" parmağım feci sızlıyor, cidden, elimin ortasını kesmem bu kadar acımaz.

küçük şeyler hep daha büyük sorunlar yaratıyor, günün edebiyatı.

"felix, dedim sana." bir elimle parmağıma baskı uygularken göz devirdim, istesem yaparım da, changbin "gideceğim." dediği için havamda değilim. "gel, suya tutalım şunu." homurdandım biraz. "acır ama, tanzikli su o." changbin elimi çekti kendine doğru, çekti dediğime bakmayın, nazik bir şekilde aldı demek daha doğru olur. "dikkatli olmalıydın, suya tutmazsak enfeksiyon kapabilir."

"kendinde söylüyorsun, kapabilir, bu sadece bir ihtimal, yani kapmayadabilir, o yüzden yapmayalım, acıyacak ya." beş yaşındaki bir çocuk gibi davranmaya başladım changbin'in pes ettiğini düşünerek, ama o da altı yaşındaydı sanırım. "hayır, sonra bant takacağız buraya, gel bak kuruyacak yoksa."

brownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin