changbin üç gündür okulda yok.
o gün, keşke utanıp, direkt arkamı dönüp gitmeseydim diyorum kendime. onun sesini üç gündür duyamıyor olmak, en son konuşan olmak çok zor.
bu yüzden, terkedilen olmak daha zordur belki de, ki, terkeden olmak kolay mıdır, o kişiye göre değişir işte, mesela, biyolojik annem pek de zorlanmamış gibi.
koridora bakıyorum boş gözlerle, göz altlarım şişmiş, "neredesin changbin?" diye ağlamaktan. seungmin omzumu okşuyor destek olmak istercesine, bir işe yarıyor mu, hayır, ama en azından, yanımda o. bunu bilmek bile bazen insanın kendini bok gibi hissetmesinden iyidir.
minho'yu görüyorum, koridorda yürürken, o bir şeyler biliyor, eminim. hışımla kalkıyorum oturduğum sandalyeden, minho'nun arkasından koşuyorum, seungmin "nereye?" diyor ama umursamıyorum, ama yine de, seungmin takip ediyor beni.
minho hızlı yürüyor, anlıyorum ona yetişemeyeceğimi, bağırıyorum arkasından. "minho!" duruyor, arkasını dönüyor.
hani, minho'dan ve bakışlarından korkuyordum ya, en çok bu bakışlardan korkmam gerekir aslında, ama ben, konu changbin olunca hiç bir şeyden korkmuyorum, tek isteğim ona bir kere sarılabilmek çünkü.
"ne?" yanıma yaklaşmıyor, bende ona yaklaşmıyorum, seungmin sadece izliyor. "changbin... changbin nerede, söyle bana." minho bu dediğimi duyduktan sonra gülüyor bana, dalga geçer gibi, tanırım ben bu gülüşü, az bu şekilde gülmediler bana. "niye, nesi oluyorsun sen changbin'in?"
tamam, minho bizi bir iki kere bir arada gördü. ama, ben neyiyim changbin'in? önemli olan bu değil, biliyorum, ama, dalga geçiyor benimle minho. arkadan seungmin'in sesini duyuyorum. "o, changbin hakkında endişeleniyor minho, biliyorsan söyle, fazlasını istemez felix."
kaşları çatılıyor sinirle. "bilmiyorum amına koyayım, bilsem bu siktiğimin okuluna mı gelirim aptal gibi, evinde ama mesajlarıma bakmıyor, nasıl gideyim! siktirin gidin sadece." onu anlıyorum bir yerde, o changbin'in en yakını, onun için endişeli. ama, bende öyleyim, benimle neden dalga geçmek zorunda ki?
seungmin ağzını bir şeyler demek için açıyor, susturuyorum.
"seungmin."
"felix ama-"
"seungmin, gidelim sadece." pes ediyor, ben önden sınıfa ilerlerken arkamdan geliyor.matematik dersinde, matematik hocasını görünce ağlamaya başlıyorum aptal gibi, seungmin bana bakıyor, matematik hocası bana bakıyor ve sınıftaki diğer kişiler de bana bakıyorlar, sadece ağlarken bana bakıp, benimle ilgileniyorlar.
"iyi misin oğlum?" diyor matematik hocası, lavaboya gitmeme izin veriyor, seungmin yanımda gelmek istiyor ama omuz silkip reddediyorum onu.
sahi, o gün raporlarımızı almış ve matematikçinin yanına gitmiştik, ikimize de o gözlüklerinin altından bakmıştı ve "ikinizde mi soğuk algınlığı kaptınız?" demişti bize. babam ikimizin de hastalığını aynı yazmıştı, changbin hapşurunca, bende hapşurmuş gibi yapmıştım o gün, tabii ki inanmamıştı bize matematikçi ama, resmi belge olunca, yaptırmak zorunda kalmıştı sınavı.
bu yüzden ağladım bende işte, özledim sadece changbin'i, bilirsiniz ya. aynada kızarık gözlerime ve kendime bakıyorum, sonra başımdaki yeşil renk bereye. changbin ve benim berem bu, aslında sadece benimdi bi' aralar, artık ikimizin, o gün, kötü bir gün olsa da, ikimizde birbirimizin kızarmış kulaklarına takmıştık bu bereyi, ikimizin artık, birimizin değil.
aynaya baktıktan sonra lavaboda yerlere çöküyorum, tam lavabonun önüne. normalde yapmam böyle hareketler, ama, okulumuzun hademeleri yeni temizlemiş tuvaletleri.
sonra bir sınıf kapısının çarpılma sesini duyuyorum, korkuttu biraz. adımlarını vura vura geliyor bu tarafa doğru, sonra sesinden tanıyorum, minho bu. ağlamaya devam ederken gülüyorum onunla yine karşılaşacak olmama. tuvalet kapısından beni görünce bıkkın bir nefes veriyor o da, yanıma çöküyor ben gibi. "her yerde çıkacak mısın böyle karşıma?" cevaplıyorum onu gözümdeki yaşları sildikten sonra. "buraya ilk ben geldim, ağlamak için."
omuz silkti. "iyiymiş, kime ağlıyorsun?" gözlerimi ona çeviyorum. "tanır mısın bilmem, üç gündür ortalarda olmayan, beni hep gülümseten bir çocuğa." gülümsedi minho.
yazın bunu tarihe, minho'yu ilk kez gülümserken gördüm çünkü, ben, en azından. "tanıyorum." başımı geriye doğru atıyorum, sesli bir nefes veriyorum. "felix." başımı yine eski konumuna getirip minho'ya bakıyorum.
"bunu yapmamı ben bile beklemiyordum ama, telefonunu versene bi'." pek sorgulamaya gerek duymuyorum, veriyorum telefonumu, içinde sakladığım bir şey yok zaten, tabii, karıştırsa yine etik olmazdı, o ayrı. numarasını tuşladı sanırım, geri uzattı telefonumu, kaydedilen numaraya baktım, kendini "minho, changbin'in arkadaşı." diye kaydetmiş. sanki öyle kaydetmese tanımayacağım.
"akşam, changbin'in evine gideceğim, mesajlarıma bakmıyor ama evde olduğuna eminim, eve gidince sana changbin'in konumunu atarım, ona daha yakın oturduğunu biliyorum." başımı salladım, changbin'e gideceğim, göreceğim onu.
geçiş bölümü!!
zel
ŞİMDİ OKUDUĞUN
brown
Fanfictionchanglix, tamamlandı. onu, ve onun, kahverengi yazılarını, şiirlerini seviyorum, ben lee felix, ve ben, kahverengi şiirlerini çok sevsemde, artık şiirlerinden ve yazılarından çok, ondan hoşlanıyorum.