sanki bir güzel baktı bana, belki de bakmadı, ben öyle görmek istedim

483 106 38
                                    

öğretti de.

kaç defa düştüğümü saymadım, ofladığını da duymadım, inat etti, belki bana, belki kendisine, öğretti yine de.

dirseklerimde, dirseklerimi koruyacak bir şey yoktu, dirseklerimden tuttu, "korurum seni." dedi. o an anladım, changbin'in sahiden ne kadar ince bir adam olduğunu, bunu söylemesinin altında bile o kadar ince, güzel şeyler yatıyormuş ki.

nerden mi anladım; bakışlarından. sanki bir güzel baktı bana, belki de bakmadı, ben öyle görmek istedim. mühim değil, güzeldi işte, kendisi de, bakışları da.

en sonunda sürebildim. heyecanla changbin'e sarılıp "yaptım changbin, bak!" diye zıpladım durdum, çocuk gibi sevinmeme gülmüş ve başını sallamıştı bana. "evet, felix, yaptın." o an farketmiştik ikimizde, ellerimin onun boynunda olduğunu ve yüzlerimizin yakınlığını. yutkunup, ayrılmıştım ondan, gülümsemişti bu hareketime.

şimdiyse, sahilin bisiklet yolundayız, biraz, bisiklet süreceğiz, sonrasında kayalara oturup kahve içeceğiz.

sahi, changbin kahveyi çok seviyor, şekersiz.

bende severim, şekerli.

bisikletimin sepetinde, kahvenin yanında yemek için, yaptığım, kurabiyelerim var, içine herhangi bir şey eklemedim, kakao, tarçın, susam, ne bileyim, aklınıza ne gelirse işte. sade daha güzeller.

"şuraya." işaret parmağı ile ilerideki kayaları gösterdi. "oraya kadar yarışıyoruz, tamam mı?" ayağımı pedala koydum iddialı bir şekilde. "tamam!"
"ama önce bi' dur," dirseklerindeki korumaları çıkardı ve bana uzattı. "bunları tak." gülümsedim. "teşekkür ederim."

taktım, dirseklikleri ve ayaklarımı tekrar pedallara koydum. "e, o halde, rakibimsin şuan, bol şans!" dedim ve pedallara bastım hızla, yılların bisikletçisi duruyor burada, kimse beni yenemez.

"felix, uçuyorsun bildiğin!" changbin arkamdan bağırınca güldüm ona, gülmedim hatta, kahkaha attım bildiğin.

tabii, kahkaha atmam ile, yere düşmem de bir oldu. changbin, beni görünce, bisikletini yere attı ve yanıma koşup eğildi. "iyi misin?" asık bir suratla yüzüne bakarken o da bana bakıyordu, bir yandan ellerini yüzümde gezdiriyor ve bir şey var mı diye anlamaya çalışıyordu.

onun yüzüne bakıp, kahkaha attım birden. nasıl yere düşmüştüm öyle ama! changbin sesli bir nefes verdi, gülmeden önceki suratımı kim görse endişelenirdi.

"korkuttun beni." gülümsedim ona bakıp. "dirseklikleri vermesen, muhtemelen korkman gerekirdi." changbin başını yana çevirdi. "ya, öyle mi?" bakma öyle, heyecan yaparım. "öyle." yüzümdeki salak gülümseme ile baktım ona, o da bana gülümsedi, gülümserken gözleri gözlerimdeydi.

"e, bir yarışa daha var mısın?" changbin afallamış gibi baktı bana, bir süre sonra kendine geldi ve cevapladı beni. "hayır, hayır, yokum kesinlikle!" bunu, ben düşüyorum diye söylediğini biliyordum ama onunla uğraşmayı da seviyorum. "niye, korktun mu?" güldü bana. "ne dedin, korktun mu dedin sen?" başımı salladım. "hı hı, öyle dedim."
"gösteririm ben sana." ellerini karnıma götürünce elimle ellerine vurdum, gıdıklama yok! "changbin, dur, imdat!" changbin kahkahalara boğulup bıraktı beni.

daha sonra, yanımızdan iki kız geçti, bir kız, kısa mavi saçlara sahipti ve ikimize bakıp göz devirdi, söylendi biraz. "bisikletlerinizi kaldırıp, öyle fingirdeşin kardeşim şurada." yanındaki siyah uzun saçlara sahip kız da dürtükledi onu. "ryujin unnie, insanları düzgünce uyarabilirsin, kusuruna bakmayın." bu sefer de, bize baktıktan sonra, yanındaki kıza göz devirdi. "sen de unnie deyip durma bana, sizde şu bisikletlerinizi kaldırın, başka yerde öpüşün." changbin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırınca kaşlarımı çatıp baktım ona. kalktı ve ellerini uzattı benimde kalkmam için.

ikimiz de kalkınca bir tekme attım bacağına. "ah!" diyip bana baktı, o da kaşlarını çatmıştı. "niye vuruyorsun ya?" acı çeken suratına güldüm.

"gıdıklanılmaktan hoşlanmam, ayrıca, bizi fingirdeşiyor durumuna düşürdün!" changbin kaldırdığı bisikletine yasladı bir kolunu. "fingirdeşmiyor muyduk?"

fingirdeşiyor muyduk? "hayır tabi ki! aptal." changbin tekrar bindi bisikletine. "iyi madem." bir anda bisikletine hızlıca asılıp ilerledi. "kayalara kadar, yarış!"

sinirle bağırdım, haksızlık bu, benden önce başladı bir kere. "adil değilsin seo changbin!" güldü ve o da bağırdı. "yapım böyleyse, demek ki, ah, çok yavaşsın felix."

hızlandım, inat bana her şeyi yaptırırdı, mesela, şuan changbin'i geçmem gibi. "ah, çok yavaşsın, changbin." arkadan homurdanma seslerine güldüm ve kayalara ulaşınca, bisikletimi yasladım kayalara.

ben kaskımı çıkarırken, o da bisikletini yaslamış ve kaskını çıkarmaya başlamıştı. bisikletimin sepetine bağlandığım kurabiyelere uzandım sonra da, düşeceğimi bildiğim için bağlamıştım onları. "zekice, bende bize kahve alayım o hâlde."

"nasıl sevdiğimi biliyorsun."
"iki küp şeker, bir çubuk, karıştırmak için."

brownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin