İçim ezilirken bana "Çok bencilsin." dedi. Gözlerimi yerdeki kilime dikmiştim, bir santim bile kıpırdamaya cesaret edemiyordum.
Sıkıntıyla evden çıktığımın, bir yere girip saatlerce içtiğimin ve binbir düşünceyle kampüse yürüdüğümün görüntüleri kafamda akıyordu. Hayat genelde tüm planlarınızla böyle alay eder, kıçınızda patlar her şey. Ona yazmaya nasıl karar verdiğimi hatırlamıyorum bile, dayanamayacak bir noktaya geldiğinde insan düşünemiyor. İşte buradayım.
Öfkeden deliye dönmüş halde oturduğum çimlere geldiğinde ağlamakla meşguldüm. Bu kadar kırılgan biri olduğumu bilmezdim. Suçluluk hissi, vicdan ve bilinmezlik sizi öldürebilir. Ondan defalarca özür diledim ama bunu neden yaptığımı bilmiyorum bile. Özür dilenecek ne yaptım bilmiyorum. Zaten bana asla cevap vermedi. Evime gitmediğimi anladığımızda ise konuşmayı kesmiştim. Banyoda biraz kustum, zar zor duş aldım ve geri dönen mantığımla gergince kanepeye oturdum. Bir süredir gözlerim yerdeki kilimde, bakışlarıyla karşılaşmak istemediğimden yapabileceğim en iyi şey buydu.
"Soonyoung," Ses tonu bana bak diyordu, farkına varmadan bakışlarım yüzünü buldu. "Çok bencilsin." Kaşları çatıktı, öfkesini yansıtmaya çalışıyordu ama kırgınlığı bunu bastırıyordu. Onunla mantık çerçevesinde konuşmak, yanlış anlaşılmaları çözmek ve tüm bu bilinmezliği ortadan kaldırmam gerekiyordu. Buna rağmen dudaklarımdan dökülen yalnızca bir özürdü. Katlanamıyormuş gibi gözlerini devirdi, kalkıp salondan çıkmadan önce elinin tersiyle suratını sildiğini gördüm. Tüm kötü hisler ve üzüntüyle içim ezilmeye devam ediyordu.
Jihoon döndüğünde çoktan sakinleşmişti. Her zamanki mesafeli ifadesiyle önümdeki sehpaya bir fincan çay bıraktı, karşımdaki kanepeye geçti. Suratında herhangi bir duygu aradıysam da bulamadım.
"Aklın yerine geldi mi?"
Güldüm. Yerimizde saymaya devam ediyor oluşumuz beni harbiden güldürdü. Güçlükle böyle sıkıca ördüğü duvar kafamı duvara vurmak istememe sebep oldu. Birbirimizi yumruklasak bu gerginlik ortadan kaybolur mu diye merak ederken "Bazı şeyleri açıklığa kavuşturmamız lazım." dedim sakince. İçime kaçan sesimi çaydan birkaç yudum alarak geri kazanmaya çalıştım. "Geçmişi deşmeye lüzum yok muhabbetine hiç girme, sıçtığımın geçmişinde her ne olduysa mahvetmiş seni. Ben de mahvoluyorum."
"Anılarında bir dönem hoşlandığın biri olarak kalmayı tercih ederim." dediğinde kaşlarımı çattım. Rahatsızca etrafta gezen bakışları beni bulduğunda "Gerçekten." diye yineledi.
"Biraz düşünsene," İç çektim. "Tüm hayatında belli bir noktayı kaçırmışsın, hiçbir şey hatırlamıyorsun ve o nokta çok önemli. Bunu yaşadığını düşün."
"Bazı anılarımı kaybetmeyi dilediğim çok oluyor." dediğinde ona delirmiş gibi baktım, tuhaf olanı ciddiydi. Sinirden kahkaha attım ama bu konuyla ilgili daha fazla bir şey söylemedim. Anlaşamayacağımız barizdi.
"Lim kardeşlerden biriyle tartıştığımı hatırlıyorum. Onunla neden kavga ettim?" Dikkatle sordum ve küçücük bir mimik dahi kaçırmamak için bakışlarımı üzerinde tuttum. Beklediğim gibi gerildi, rahatmış rolünü daha fazla sürdüremedi.
"Sen..." Kararsızca baktı suratıma. "Gerçekten hatırlamıyor musun?"
Çıldırmam an meselesiydi. Sinirle kalkıp etrafta dolaştım, gittim yanına oturdum ve tane tane konuştum: "Sana yemin ediyorum hiçbir halt hatırlamıyorum." Endişeleyle kendini geri çektiğinde kişisel alanından uzaklaştım, yine de yerime dönmedim. Bağdaş kurup bedenimi tamamen ona döndürdüm. "Bizim çocuklardan Wonwoo o sıra bahçedeymiş, bana senin için kavga ettiğimi söyledi." Okuyamadığım bakışları hala ortadaki sehpadaydı. Kararsızca omzuna dokunduğumda titredi, elimi hızla geri çektim. "Jihoon o gece noldu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hues of yours
FanfictionMutlu anılar, korkunç anılar, üzücü anılar... Hepsi önemliydi ve hatırlanmalıydılar.