Yeni bir okul dönemi daha başlıyordu. Üniversiteye başladığımız geçen yıl gibi bu yıl da heyecanlıydım ama çoğu öğrencinin aksine üniversiteli olmak benim için ortam yapmak veya aileden uzaklaşmak için fırsat anlamına gelmiyordu. Hiçbir zaman hayatının amacını bulamamış bir genç olarak yaşantımdaki boşlukları doldurmak için ihtiyaç duyduğum birşeydi okumak. Bazı şeyleri düşünmemek için aklımı, vaktimi ve gücümü sonuna kadar kullanmaya çalışıyordum. Vakit buldukça da kitap okuyordum. Bir süre sonra da yorgun düşüp arkadaş grubumla takılıyordum.
"Yine neredeyse tüm seçmeli dersleri almışın Asya, abartmıyor musun?" Öğrenci işlerinin bürosunu Selin'in sesi doldurunca yüzümü buruşturup kulaklarımı kapattım.
"Senin sesin neden yine bu kadar yüksek? Gerçekten bazen mikrofon yutup yutmadığından endişe ediyorum." Cevabıma karşılık bu sefer yüzünü buruşturan Selin olmuştu. Diğer kızlarsa sesli gülmüşlerdi. En sonunda ben de dayanamayıp kahkaha patlattım ve listeme göz attım cidden abartmıştım. Birkaçını elemeye karar verdim.
"Ben mitoloji ve kültürü seçtim ortak seçmeliden, diğer fakülteden çok yakışıklı çocuklar oluyor." dediğinde Nazlı gözlerimi devirdim. Aklı fikri kendine birini bulmaktaydı. Diğer kızlar da onun dediğine uyup o dersi seçtiklerinde hemen o dersin üzerini çizdim. Hepsi bir aradayken asla onlarla başedemezdim.
"Ben psikolojiye girişi seçiyorum." dediğimde hepsinden itiraz mırıltıları yükselse de kararlı bakışlarım karşısında sessiz kalmayı tercih ettiler.
Hepimiz formlarımızı teslim edip kapıdan çıkarken kızlar birbirlerini dürtüklemeye başladılar. Fısırdaşmalar ve gülüşmeler eşliğinde bürodan çıktığımızda "Ne oluyor kızlar?" diye sordum.
"Sen gireni görmedin heralde. Yusuf Yiğitoğlu, yeni gözdemiz." dedi Selin. Kimden bahsettiğini anlamak için arkamı döndüğümde ders seçimi yapmak için sırada bekleyen çocuğu gördüm.
"Çok yakışıklı değil mi?" Burcu'nun yaptığı yorumu onaylıyordum. Çünkü gerçekten yakışıklı bir çocuktu. Yeşil gözleri ve yüzünden silinmiyormuş gibi duran hafif tebessümüyle yüzü çok güzeldi. Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla da endamlı bir duruşa sahipti. "Evet yakışıklıymış." deyip önüme döndüm.
"Sen bile beğendin inanamıyorum, Asya Tuncer birini beğendi." Selin yine yüksek sesiyle koridoru inlettiğinde ağzını kapatıp belinden ilerlettim. "Gidip çocuğa söylemediğin kaldı Selin, ne diye bağırıyorsun anlamıyorum. Ayrıca banane o çocuktan." bir yandan söylenirken bir yandan kızları sürüklüyordum. Bahçeye ulaştığımızda hepsinin gözlerinde parıldayan şeyler hiç iyi şeylerin habercisi değildi. Aynı anda birbirlerine bakıp başlarını salladıklarında beni kötü şeylerin beklediğine emindim. Fazla bekletmeden Nazlı ağızlarındaki baklayı çıkardı.
"Yusuf'la tanışmanı istiyoruz Asya. Hepimizin sevgilisi ya da konuştuğu biri var ama senin böyle bir çaban bile yok. Biz de senin yerine birini bulalım dedik."
Dedikleri karşısında şaşkınlıktan dilimi yutmuş gibiydim. "Siz ne saçmalıyorsunuz kızlar? Benim böyle bir çabam yok çünkü kimseyi istemiyorum. Yalnızlığıma acıyorsanız sizde yanımda olmayın." deyip hızla dersliklerin olduğu binaya ilerledim. Ama bu kafayla ders dinleyemezdim. Karar değiştirip çimenlik alana yöneldim. Çantamı yere atıp bağdaş kurdum. Hala sinirliydim kızlara, en hassas noktamı bildikleri halde bu tarz işlere kalkışıyorlardı. Bir de yalnız olmama üzülüyorlardı. Bu benim seçimimdi, ben bile rahatsız değilken bunun derdi onlara mı düşmüştü?
*
"Sevmek duyguların en yücesidir. Öyleki bizi kuşatır ve temizler. Sevdikçe mutlu olur, sevdikçe mutlu ederiz. Ne demiş Yunus Emre 'Yaratılanı severim Yaratandan ötürü.' İsteyene sevmek için küçük bir bahane yeter. Oysaki kibir, nefret, öfke öyle midir? İnsanın içine girerse onu tüketene kadar sömürür ve en sonunda yok eder. Günümüzde en yakınlarımızı bile incitmektan çekinmeyecek kadar gözümüzü kin bürümüştür. Bencillik damarlarımızda akan kanın yerini almıştır. Kibrimiz önyargılardan oluşan bir set gibi önümüzü kesmiştir. Oysaki efendimiz 'Kalbinde bir hardal tanesi kibir bulunduran cennete giremez.' buyurmuştur."
Dinlediğim şeyler okuduğum kitaba dikkatimi vermemi engelliyordu. normalde dini şeylerin konuşulduğu yerlere tahammül edemezken bu sefer beni burada tutan bir güç vardı sanki. İçimden kalkıp gitmek geçse de ses öyle yumuşak ve içtendi ki dinleme isteği oluşturmuştu. En sonunda başımı çevirip sesin sahibini bulduğumda şaşkınlıkla kalakaldım. Kızların sabah gösterdiği çocuk etrafına bir grup toplamış onlarla sohbet ediyordu. Şimdi merakım daha da baskın çıkıyordu, biraz daha oturup dinlemeye karar verdim. Sohbet bir süre sonra soru cevap şeklinde ilerlemeye başladı. İnsanlar anlattığı konu hakkında sorular soruyordu, Yusuf da sabırla cevap veriyordu. O hafif tebessüm hali yüzünden silinmemişti. Farkettiğim bir başka şey ise kızların sorularına cevap verirken tam olarak yüzlerine bakamıyor oluşuydu. Erkeklerle rahat konuştuğu için kızlardan utandığı izlenimini çıkardım. İlk defa böylesini görüyordum.
Grubun hareketlenmesiyle ben de aceleyle toplanıp oradan ayrıldım. Kimsenin beni o grupla otururken görmesini istemezdim.
Binaya doğru ilerlerken bizim kızları gördüm. Hepsi mahcubiyet ve pişmanlık dolu bakışlarla suratıma bakıyorlardı. Onlara sinirli olsam da kızmak içimden gelmiyordu. Sanki Yusuf'un anlattıkları içime dokunmuş ve sinirimi yatıştırmış gibiydi. Onların korku dolu bakışlarına kollarımı açarak cevap verdiğimde şaşkınlıktan çeneleri yere yapıştı. Kızlar daha kendilerini toparlayamadan kollarına girip ilerlemeye başladım. Yüzüme anlamsızca yerleşmiş bir gülümseme vardı. Gerçekten de affetmek insanı rahatlatıyormuş, bunu hissetmiştim.
Kafeteryaya varana kadar kızlar tek kelime dahi etmemişlerdi. Onları gerçekten şaşırtmış olmalıydım. Kahvelerimizi alıp bir masaya kurulduğumuzda Burcu "Senin üzerine gelmekle hata ettik, özür dileriz." dedi.
Gülümseyip "Önemli değil ben de fazla çıkıştım." dedim.
Nazlı daha fazla dayanamayıp "Ya sana noldu? Sen asla böyle geri adım atmayı bırak yumuşamazdın bile." dediğinde gülümsemem genişledi.
"Sizin şu gözdenizin sözlerini dinledim. Sevin, nefret etmeyin, öfkelenmeyin diyordu. Bir deneyeyim dedim."
"Ne sen Yusuf'la mı konuştun?" Selin çevre masalardan birine sorarmış gibi sesini yükselttiğinde içimde tutmaya çalıştığım tüm sakinlik tuzla buz oldu.
"Selin bugün kaçıncı ama bak sesine sahip çıkamayacaksan gidiyorum yine." Tepkimle birlikte ellerini ağzına kapatıp susmuş olmasının sinyallerini verince devam ettim. "Ayrıca kimseyle konuştuğum yok. Bahçede etrafına toplamış milleti sohbet ediyordu. Ben de çimenlerde otururken kulak misafiri oldum."
"Ha yani başka birşey olmadı?" Nazlı'ya da bugün kaçıncı göz devirmemi gönderdiğimi sayamamıştım bile.
"Hayır olmadı olmaz da. Boşuna ümitlenmeyin çünkü çocukla asla uyuşmayacak görüşlere sahibiz."
"Siyasi görüsten dolayı ne zamandan beri insan seçiyorsun Asya?" dedi Burcu inanamayarak.
"Siyasi görüş değil canım. Ben boşluktayım o koyu bir müslüman. Yaptığı sohbet de diniydi. Yani anlayacağınız burdan size iş çıkmaz." Kahvemden bir yudum daha alıp masadan kalktım. Kızlarla arayı düzelttiğime göre kütüphaneye geçebilirdim. Kısaca selam verip kafeteryadan çıktım.
Yürürken Yusuf meselesinin kapandığını düşünüyordum. Başlamadan biten bir ayrı dünyaların insanları vakasıydı.