ii. kızılözenler

228 22 2
                                    

Sabah erken saatte kızlarla ve tüm siteyle yaptığım vedanın ardından tamamen toparlanmış, beni öğle saatlerinde almaya gelen Hülya Hanım ve eşi Kenan Bey ile rotamızı İstanbul'a çevirmiştik. Durgunluğumu fark eden Hülya Hanım bana tatillerde kurumdan alacağımız bir izinle sık sık Ankara'ya uğrayacağımızı belirtmişti. Beni mutlu etme çabasına karşın kafamı sallayıp teşekkür etmekle yetinmiştim ve sessizce içimden şehirle vedalaşmıştım.

Akşam çökmeden İstanbul'a girmiştik, karşıya geçip evin önüne geldiğimizde ise hava tamamen kararmıştı. Hülya Hanım'ın heyecanlı tavrı beni germiyor değildi, elini nereye koyacağını bilmiyor gibi inmişti arabadan.

Güzel bir sitedeki tripleks bir villada yaşıyorlardı, çimler aynı boyda olacak şekilde biçilmişti ve yemyeşildi, akşam karanlığına rağmen çiçekler parıldıyordu ve istiflenerek inşa edilmiş taş binayla uyum içerisindeydi. Daha önce bu derece lüks ve güzel yaşam alanında bulunmadığım için sessizce bahçe çevresini izlemiş, birkaç çocuk sesi duyulan sokakta merakla etrafa bakınmıştım. Arabasını garaja park eden Kenan Bey garajdan eve gireceğini söylediğinden biz giriş kapısının önünde henüz zilini çaldığımız kapının açılmasını bekliyorduk.

Kapıyı açan, benden küçük olduğunu düşündüğüm, benim boylarımdaki genç bir oğlan çocuğuydu.

"Hoş geldin anne," dedi Hülya Hanım eve adım atar atmaz. Griye kaçan yeşil gözleri bana kaydı ancak tekrar annesine odaklandı. Sarılmak ister gibi bir adım attı annesine. Hülya Hanım eliyle onu durdurup antredeki markize oturdu, ayakkabısını hızlıca çıkartıp ayağına şık bir terlik geçirdi. Ayakkabılıktan tıpkı kendisininki gibi bir terlik çıkarttı ve doğruldu.

"Bunları giyebilirsin Veda," dedi, ardından oğlunun yanaklarından öptü. "Hoşbuldum Ardacığım."

Onlar izlerken kolumdaki çantayı daha sıkı kavradığımı fark edip tıpkı Hülya Hanım gibi ben de ayakkabımı çıkarmaya koyuldum. Bana verdikleri terlikleri giyerken Hülya Hanım'ın tebessümle beni izlediğini, oğlunun merakla baktığını etrafı oyma bir çerçeveyle kaplı dev aynadan gördüm.

"Teşekkür ederim," dedim ayaklanırken.

"Ne demek, şöyle geçelim." Belimden kavrayışıyla gerilsem de beni yönlendirmesine izin verdim. Evleri dışarıdan daha şirin gözüküyordu ancak yüksek tavan sayesinde oldukça ferahtı. Maun mobilyaların varlığı ortamı boğmamıştı, tersine oldukça doğal bir görüntü vermişti. Bir duvarda tamamen çerçevelerle dolu fotoğrafları fark etmiştim ancak gözüm hiçbir şeyi seçememişti.

Geniş salona vardığımızda gördüğüm ilk şey dev, açık renkli bir oturma grubuydu. Ekru rengindeki koltuklar uyumak isteyeceğim kadar rahat ve genişti. Ortada bir ağacın gövesinden yapılmış estetik bir sehpa yer almaktaydı, koltukların ardında ise tamamen camla kaplı bir duvar vardı, orman yeşili berjerlerle farklı bir alan yaratılmıştı. Daha sonra Hülya Hanım'ın yönlendirmesiyle arkamda, sağ tarafta kalan ve tıpkı ayrı bir oda genişliğinde açılan bir başka salonun ortasında yemek yiyen bir grup erkeği gördüm. Masanın üzerindeki şık avize yüzlerini hafifçe aydınlatıyordu, merakla bana baktıklarını, aralarından birinin arkamda kalan çocuğa doğru kafasını salladığını fark etmiştim. Bu kim? diye soruyor gibiydi.

Hülya Hanım ve Kenan Bey çocuklarıyla konuşmamıştı. Sıkıntıyla bir nefes verdim. Evet, biz bile yeni öğrenmiştik ancak telefon denilen icatla facetime yapıp onları kısaca bilgilendirebilirdi. 

"Afiyet olsun çocuklar," dedi Hülya Hanım onlara yaklaşırken. Masada dört servis bulunuyordu ve üç kişilerdi, Arda muhtemelen bizim yüzümüzden masadan kalkmıştı. Aralarından ilk dikkatimi çeken oldukça genç ve kendini fark ettirecek kadar sarı saçlara sahip olan oğlan çocuğuydu, kocaman mavi gözleri kendini tuhaf bir durumun içerisinde bulduğunu belli edercesine sorgulayarak bakıyordu. Arda denilen çocukla yaşıt oldukları belliydi.

yabanıl Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin