viii. karanlık aile sırları

190 18 17
                                    

Sancısını çektiğim her türlü kötü anının yanında zihnimi bereleyen asıl düşünce yalnızlığım olmuştu. Kabuğu kırılgan yabanıl bir guguk kuşu yumurtasıydım ve gözlerimi ışığa açtığım ilk anda yabancılarla karşılaşmıştım. Bu yüzden kendimle ilgili şeyleri hatırlamaya başladığımdan bu yana yalnız olmasaydım diyor ve kollarımı kendime sarıyor, o kuyuyu biraz daha genişletiyordum. Kendi kendimin ebeveyni olma serüvenim de böyle başlamıştı. Merak edip sorgulamıştım; acaba beni ben yapan kimsesizliğim mi yoksa beni bölen şey kimsesizliğim mi diye. Cevabı bulamamıştım, bulmanın da pek mümkün olmadığını düşünüyordum. 

İlk kez fiziksel şiddete maruz kaldığımda da yalnızlığımı derinden hissediyor ve omuzlarımdaki soğukluğun asla geçmeyeceğine inanıyordum. İstediğim tütülü bir etek yüzündendi, yanağım çok acımamış olsa da korkudan tek kelime edememiştim. Öyle ki gözyaşlarımı bile dışarı akıtamamıştım. İkincisi ise asla unutamayacağım kadar çok acıtmıştı: Nilüfer Anne'yi eşi Mehmet'i şikayet etmesi konusunda ikna etmeye çalışmıştım ve sözde annem olacak kadın en sonunda suskunluğunu bozup geçirdiği sinir kriziyle yüzüme sert bir tokat atmıştı. Donup kalması ve kendisinden korkması hâlâ gözümün önünde gibiydi, yüzüme dehşetle bakmış ve defalarca özür dilemişti. Çok acımadı, diyerek yalan söylemiştim. Onun yüzünden sen de etkileniyorsun.

Halbuki bu yalanın inanılır bir tarafı yoktu. Kendini kandırmak istiyordu, içinde ona benzemesinin kendi iradesinin dışında gerçekleştiğine inanan bir taraf yatması mantıklıydı sanırım. Ancak her insanın içten içe bu katı gerçekten dile getiremeyecek kadar korktuğuna inanıyordum: Şiddet insanın içinde yatan bir çeşit güdüydü ve galip gelmesi insan ruhunun yapacağı en büyük eziyetlerden biriydi. Bu dünyadaki en büyük korkum da zihnimin ücra köşelerindeki bu güdüyü kullanmak olmuştu. Merak ediyordum, insanlar birbirlerini farklı amaçlar güderek incitme konusunda nasıl bu kadar vurdumduymazdı ve bu durumu nasıl kabullenmişti? Dengenin esiri olan bu dünyanın güç savaşları içerisinde kendini bir kum tanesi gibi hisseden insan ruhunu yok saymak nasıl bir gaddarlıktı? Halbuki herkes erdemli ve ahlaklı olduğuna yemin ediyordu. Mide bulandırıcı ikiyüzlülüğün yaşamın her saniyesine cereyan etmesi ve aklımızın donuklaşarak bu vahameti sinsice hazmetmesi kötülüğü benim adıma sarsıcı bir gerçekti. Hatta kimi zaman bu süreci manevi boşluğumu anımsayıp yaratana dua ederek doldurmaya çalışıyordum.

Mesela ben ölmekten diğer insanlar kadar korktuğuma emindim, yine de etraflıca düşünmediğim bir konuydu. Bir gün şiddet ve vahşetin benim kapımı tıklatacak olması ihtimali normal geliyordu, midem bu dünyada işte bu kadar genişlemişti. Ancak ölümle baş başa kalmak kanımı donduracak kadar soğuk ve telaşlı bir vurgundu. O an ölüm veya ölüme giden yolun kıyısından geçtiğimi asla tahmin edemezdim. Ancak olmuştu: Patlayan silahlar bizi hedef almıştı ve bir şekilde kurtulmuştuk. Kolluk kuvvetleri ifademi aldığından bu yana durumu yeni yeni fark ediyordum ve gözlerimi açtığımda gördüğüm onca telaşlı yüzün, ambulans ekibinin endişesi beni henüz sarmaya başlamıştı. Hatırladığım her şeyi; karanlıklar içerisinde aniden önümüzde beliren tekneyi ve Arsen sayesinde yara almadığımı onlara anlatmıştım. Araz ağabey o teknenin kolayca bulunduğunu ancak suçlulara dair şu ana kadar bir ize rastlanmadığını, yine de İstanbul'un göbeğinde böyle bir olayın kendi mekânında gerçekleşip yakalanmamalarının neredeyse imkânsız olacağını söylemişti. Teknenin sahibi olan adamla irtibata çoktan geçilmişti ancak haber yoktu, bana söylenenleri irdeleyemeyecek kadar yorgun hissediyordum zaten.

Kıvam almış bir boşluğun ortasında binbir parçaya ayrılmış bilincim toparlandıktan sonra ambulans görevlilerinin yüzünü görünce daha da korkmuştum, birine bir şey olduğunu fısıldayan kalbim kırılan camın ve patlayan silahların gürültüsü arasından kulağımda çınlayan çığlıkları çok net hatırlıyordu. Ancak dediklerine göre ciddi bir hasar yoktu: Kurşunlardan biri restoranın komilerinden birinin kolunu sıyırmıştı -ki bence bu korkunçtu-, çoğunlukla Araz ağabeyin olmak üzere birkaç kişinin koluna cam kırıkları batmıştı ve Arsen'in alnında ufak bir çizik vardı. Sebebi beni korumak için aniden bedenimi kucaklayıp kendini duvara yaslamasıydı, o an fark etmesem de laciverdi gözlerinin üzerine özenle yerleştirilmiş kaşlarının hemen üstündeki kanlı, küçük yırtığı anımsıyordum. Kenan Bey'in endişeyle kollarını bana sarmasından sonra önce hastaneye, sonra da ifade vermek üzere emniyet müdürlüğüne gitmiştik. Bana sıkı sıkı sarılan bedenlere ve endişeli seslere karşılık verecek kadar gücüm yerindeydi ancak her şeyi flu içinde hatırlıyordum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 21, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

yabanıl Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin