HAYAT BENİM İÇİN ARTIK GÜZEL

68 15 33
                                    

Artık hayat bana bardağın dolu tarafından bakmasını da öğretmişti. Hayattan çok şey öğrenmişti. Hayat okulu dedikleri vardı ya işte benim hayatım bunun birer örneğiydi. Pozitif bir düşünce yapısını oturtmak için öncelikle  güçlü bir baş etme mekanizması  gerekse de  toksik pozitiflik kötü bir durumla başa çıkmanın en iyi ya da tek yolunun negatife odaklanmamak olduğu fikrinden doğuyor diye düşündüm. Bu aslında bizim negatif duygusal deneyimlerimizin değerini küçümsememizden ve pozitif olanlara fazla değer biçmemizden kaynaklanıyordu. Ah insanoğlu ah dedim içimden.Bu esnada rüzgar esiyordu. Esmekte olan rüzgar bir an içimi iliklerime kadar titretmişti. Üşüyordum. Birazdan yağmur yağardı. İngiltere'nin kasvetli, boğuk havasına da alışmıştım. Yağmur hemen- hemen her gün sürekli, durmadan yağıyordu. Bende iş çıkışlarında evime giderek pencerenin önünden yağan yağmuru seyrederken biramı yudumluyordum. Sonrada iş yorgunluğu olsa gerek mışıl- mışıl uyuyordum. Uykum bu aralar derindi. Erken kalkıyor erken yatıyordum. Tabi cumartesileri hariç. O gün benim dışarı da arkadaşlarımla buluşma ve eğlenme günümdü. Pazarları ise sadece evde yatıp dinlenmeyi tercih ediyordum. Netflix izliyor, bazen de kitap okuyordum.

Cem ve Cemre  ile messanger da sürekli yazışıyorduk. Düzenli olarak da birbirimizi arıyorduk. Aynı anda görüntülü sohbetse üçümüzü de keyif veriyordu. Uzakta olsak da birbirimizin her zaman kalbindeydik. Birbirimizin yeri bizde çok ayrıydı. Benim bugünlere gelmem de onların yardımının, dostluğunun önemi oldukça büyüktü. Aksi taktirde ben bugünleri görmeden çoktan ölecektim.

İntihar bir zamanlar benim için tek çözümdü. Ta ki yeniden umutla tanışıncaya dek. Umuda inanmaya o günden sonra başlamıştım. Çünkü öncesinde benim için umut yoktu. 

Küçük mutluluklar gibisi yoktu. İçtiğin bir kahve, yakın bir arkadaşınla ettiğin güzel bir sohbet, okuduğun bir kitap, seyrettiğin bir dizi bunlar küçük mutluluklara birer örnekti. Ve insana iyi geliyordu. Mutlu olabilmek zorken, mutsuz olabilmek kolaydı.Böyle düşünüyordum. Fazla da hiç bir zaman gözüm olmadı. Az ve özle yetinen bir kadındım. Ve her şeyden önemlisi sonun da mutluydum da. Hayatım resmen nereden, nereyenin özetiydi. Pes etmemenin mutluluğu kapımı çalmıştı.

Emma ile Cafe de oturup, sohbet etmiştik. Şu Cafe, kitap ikilisine bayılıyordum. Tabi birde kahve. Bu akşam İngiliz arkadaşım  Daniel,  Ermeni arkadaşım Mariam ve  Alman sevgilim Boris ile pub gidecektik. Orası için anlaşmıştık. Bira içer, sohbet eder, eğlenirdik. Tabi yanında patates cipsi  olmazsa olmazımızdır.

Aşkım Boris bugün bana bir sürprizden bahsetti. Evlenme teklifi mi edecekti acaba?. Gülümsemeden edemedim. Çünkü 30 yaşına gelmeden evlenmek istemiyordum. Bunun için üç yılım vardı. Şu anda 27 yaşındaydım.  Boris ile aynı evde birlikte yaşıyorduk.  Pişman değildim. Çünkü onu çok seviyordum. Eğer Türkiye'de olsaydım böyle bir şeye ne cesaret edebilirdim, ne de yapabilirdim. Çünkü çocukken dindar biriydim. Ve bu tür şeylerin çok günah olduğunu düşünüyordum. Bunu ailem de hayattayken söylemişlerdi. Komşularda, çevrem de, oradaki diğer herkes de evlenmeden cinsel ilişkinin yani zinanın çok günah olduğunu söylerlerdi. Van'da doğup, büyümüştüm. Türkiye'de ki diğer şehirlerde durum neydi bilmiyordum, ancak Doğu insanı için bu bir günahtı.  Hoş bakılmazdı. Ve Doğu da erken yaşta evlilik çok yaygındı. Doğduğum, terk ettiğim topraklar böyleydi yani. Ben ne zamanki araştırdım, çok iyi bir eğitim aldım, böyle şeylere inanmayı işte o zaman bıraktım. Boris bana birlikte yaşamayı teklif ettiğinde hemen evet demiştim.  Çünkü biliyordum ki birbirini yürekten seven iki yetişkin insan aynı evin içinde bir yıldan fazla yaşıyorsa o iki insan zaten evliydi. Evlilik sadece bir zarfa imza atmaktan ibaret değildi, evlilik iki kişinin birbirinin gözlerinin içine bakarak evlenme teklifi etmesi, birbirini sevmesi, ve birbirlerine yürekten, kalpten verdikleri sözdü. Bizim yaşadığımız tek gecelik, kısa süreli, sadece cinsellik için görüşülen Fuck Body, ya da Friends with  Benefits, Açık ilişki, Gurup ve benzeri  tarzındaki ilişkilerden çok daha farklıydı. Biz zaten birbirimizle evliydik. Ve kocacığım, karıcığım, eşim, hayatım diye hitap ederdik. Ve o imzanın da bizim için önemi yoktu. Ha bir gün atabilirdik de, burası ayrıydı.

Dün hayatımdaki en mutlu günlerden biriydi. Çünkü tüm günü Boris ile birlikte Hyde Park da geçirmiştik. Parkı, yeşilliği, çok seviyordum. Tıpkı doğayı da sevdiğim gibi. Bol- bol İnstagrama da resim koymuştuk. Boris beni ailesiyle Berlin'de  çoktan tanıştırmıştı. Adalheida Boris kız kardeşiydi. Benimle yaşıttı. Boris'den iki yaş küçüktü yani. Boris benden iki yaş büyüktü.  29 yaşındaydı. Adalheida Türkçe de tatlı anlamına geliyordu. Bu isim boşuna konulmamış olmalı diye düşünmüştüm, çünkü kız gerçekten de aşırı tatlıydı. Güzeldi. Çok sıcakkanlıydı. Birbirimizi çok sevmiştik. Kız Fransızca öğretmeniydi. Boris ablası Chriselda ise 45 yaşında, Satış müdürü, evli ve iki çocuklu bir kadındı. Kocası Carl ise onunla yaşıt bir Mimardı. Üniversite'de tanışmışlar, sonra da evlenmişlerdi.  Boris'in, son olarak küçük bir erkek kardeşi vardı. İsmi Frideric idi. Ve henüz 11 yaşında bir çocuktu. Annesi Nadja ve babası İvon'a gelirsek Nadja 56 yaşında emekli bir Bankacıydı. Sarışın, tatlı, gene sıcakkanlı, kilolu bir kadındı. Kocası  İvon ise 60 yaşında emekli bir Kamu sektörü danışmanıydı. Ailesi beni sevmiş, kültürlü bulmuşlardı. Boris ailesi de tıpkı benim gibi tam bir kitap kurduydu. Onların da Berlinde'ki evlerinde devasa bir kütüphane vardı. Almanya'yı sevmiştim. Fakat yaşamak için alışkanlık, alışmış olmamdan olsa gerek İngiltere'yi tercih ederdim. 

Sevgilim bana Berlin Duvarı Checkpoint Charlie gezdirmişti. Museumsinsel da ayrı beğenmiştim. Müze adasında  beş tane muhteşem müze vardı, birlikte oraları gezmiştik. Boşuna Unesco tarafından dünya mirası listesine alınmamış diye düşünmüştüm, müzeleri incelerken. Bergama Müzesi favorim olmuştu. Boris bana Altes Müzezinin Antik Çağdan kalma Etrüks kültüründen kalma bir eser olduğundan söz etmişti. Beni bilgilendiriyordu. Ve bu çok hoşuma gidiyordu. Müzeleri, Tarihi eserleri koruyorlardı. Bizse aksine yok ediyorduk. Berliner Dom'da özellikle çok fazla resim çekmiştim. Çünkü Berlin Katedrali kentteki en önemli turistlik noktaların başında geliyordu. Ayrıca çoğu katedralde olduğu gibi tepesine çıkıp kenti seyretmek de mümkündü. Boris ile böyle yapmıştık. Gerçekten de rüya gibi bir gün geçirmiştim. Alman Tarihi müzesini de gezdikten sonra , Dünya bahçesine uğramıştık. Yemyeşil doğası ile harika bir bahçeydi. Geceyi ise birer bira içerek sohbet eşliğinde karnımızı doyurarak tamamlamıştık.

Yarına gelirsek şimdiden planımız belliydi. Boris ile gene kitapçılara gidecek, ve orada huzur bulacaktık.




SERTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin