louis' pov
Hızla atan nabzımın kulaklarımı uğuldatışıyla yeni apartmanıma girdim. Kapının önüne çöküp sakinleşme isteğiyle bacaklarıma sarıldım. Ev arkadaşım bu gece gelmeyecekti ve yalnızdım. Yalnız olmak istemiyordum.
Nefesimi toplamaya çalıştım. Tırnaklarım etime geçiyordu, hissediyordum ama verdiği acı anın içinde hayatta olduğumu hatırlatan tek şeydi.
Boynum yanıyordu. Dişlerinin hayaleti tenimi sızlatıyordu. Neyin içine düştüğümü anlayabildiğim söylenemezdi ama ruhuma çöken ağırlığın kesinlikle fiziksel bir karşılığı vardı.
Gözlerimi kapattım sıkıca. Ama bu hamle gözlerime dikilen kırmızı gözleri hatırlatmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı. Açlıkla, garip bir ilkellikle gözlerimden ruhuma işliyor gibiydi.
Derin bir nefes alıp bir elimi kaldırdım. Parmaklarım hala titriyordu, bir iki kez sıkıp bıraktım bir faydası olacakmış gibi. Elimi izlemek, aralarında büyük parmaklarının görüntüsünün canlanmasına yol açıyordu. Beyaz teniyle süslenmiş uzun, kalın parmakları ve ellerinin kemikli yapısı fazlasıyla akılda kalıcıydı.
İçime işleyen rahatsız edici huzursuzluğun aksine, ellerinin ellerimi kavrayışını düşünmek tam tersi bir etki bırakmıştı. Dokunuşu korkutucu olmaktan çok uzaktı, tanımlayamadığım bir etkisi vardı hatta.
Çok güzel öpüşüyordu, dudaklarıma değdiği ilk anda vücuduma dağılan elektriği görmezden gelmem imkansızdı. Kafamın içinde sonu gelmez bir uğultu vardı ancak dudaklarını düşündüğüm an bütün uğultular tek bir noktaya odaklanıyordu.
Ama karşımda bir vampir vardı, beni hedef almış ve kana susamış bir vampir.
Kanımı alamadığı için sinirden gözü dönen, kendi de ne yapacağını şaşırmış, tahmin edilemez bir yaratıktı karşımdaki. Sonraki hamlesini bilmiyordum. Bir daha görüp görmeyeceğimi bilmiyordum. Ama benden kat ve kat daha güçlü olduğunu kanıtlamıştı.
Duvarla arasına sıkıştığım an gözümün önüne geldiğinde nefesimin kesildiğini hissettim.
Aklımı zorlayan, gelecekte yaşanabilecek onlarca ihtimal geçti gözümün önünden. Öpücüğünden zevk aldığım için kendime kızmak istiyordum ama o esnada kolları vücudumu sarmış bedenin ölü bir vampir olduğunu bilemezdim. Bilemezdim.
Onları pek de tatlı gösteren hikayelerle büyüdüğüm de söylenemezdi. Varlıklarından kimse emin olamıyordu çünkü söylenenlere göre onları gören insanların bunu anlatacak kadar vakti olmuyordu. Efsanelerden, masallardan duyduğumuz kadarıyla yetiniyorduk.
Ortadan kaybolduktan yıllar sonra kanı tamamen vücudunu terk etmiş halde bulunan bedenler efsaneleri yalanlama konusunda hepimizi zor durumda bırakıyordu. Açıklaması olmayan, hayvanlar yapmıştır deyip geçebileceğimiz olaylar değildi bunlar. Ama kim olduklarını, nerede olduklarını bilmiyorduk. Bulamıyorduk.
Soluk tenli insanlar sevilmezdi, çünkü vampirlerin en belirgin özellikleri ruh gibi görünen beyaz tenleriydi.
Tembel insanlar sevilmezdi, çünkü güneşten kaçan vampirler oldukları düşünülürdü.
Kış ayları sevilmezdi, çünkü vampirler soğuk tenleriyle rahatça gezebilirlerdi.
Vampirleri anımsatan hiçbir şey sevilmezdi.
Gerçeklikleri tartışılsa da, ihtimalinden bile ödü kopardı herkesin. Bazıları sadece bir hayal ürünü olduğunu düşünür, bazıları da yakınlarını onlar yüzünden kaybettiğini iddia edip herkesi kendine inandırmaya çalışırdı.
Vampirler bizim için tanrılar gibiydi. Elimizde somut bir kanıt yoktu, hiçbir zaman olmamıştı. Ama herkes deli gibi korkuyor ve bir gün kıyametin kopmasından korkuyordu. Göremiyorduk, anlayamıyorduk, bulamıyorduk ama var olduklarına inanıp hazırlıklı olmaya çalışıyorduk.
Bir tanesi sapasağlam ve gerçekliğinden şüphe edilemeyecek bir görüntüyle karşımdaydı. Sivri dişleri boynumda, soğuk elleri tenimdeydi. Yeşilin en güzel tonu olduğunu düşündüğüm gözleri, acımasız bir koyulukla kırmızıya evrilmişti.
Hayal görüyor olamazdım çünkü görüntüler zihnime her dolduğunda boynum canımı inkar edilemez şekilde yakıyordu.
Ayağa kalkıp tişörtümü çıkardım ve karanlıkta ellerimi duvarlara sürte sürte odamı buldum. Eve taşınalı bir hafta olacaktı neredeyse, bir odayı gözüm kapalı bulabilmek için biraz daha zamana ihtiyacım vardı.
Odanın kapısını açtığımda içeriyi aydınlatan ay ışığı sayesinde duvarlara yapıştırdığım led ışığı yaktım.
Çok güçlü ışıkları oldum olası sevmezdim; parlak ampuller, tavanlara asılmış yoğun spotlar hep rahatsız edici gelirdi. Sakin led'lerle, minik lambalarla doldurmuştum odayı bu yüzden. Gittiğim köşeyi aydınlatmak yeterliydi.
Cebimden sigara paketini çıkarıp bir dal aldım. 2-3 tane kalmıştı, bütün gece dışarda olunca sigara istemsizce tükeniyordu.
Sigarayı yakarken saate baktım. 4'e geliyordu, bir saat öncesine kadar her şeyden habersizdim, arkadaşlarımla eğleniyordum. İçimde anlık bir kararla geldiğim bu şehirde her şeyin daha güzel olabileceğine dair bir umut yeşermişti.
Bir anlığına tüm bunların hayal olup olmadığını sorguladım. Birazdan uyanacaktım, ev arkadaşım anlamlandıramadığım enerjisiyle odama dalacaktı, yemek yiyecektik, hazırlanıp derse gidecektim.
Uzun bir nefes çektim, öyle olmasını çok isterdim.
Köşeye yerleştirdiğim boy aynasının önüne gidip boynuma baktım.
Dişlerinin izi küçük sıyrıklar gibi görünüyordu sadece. Hafifçe derim kavlamıştı ve pembemsi görünüyordu ama öyle hissettirmiyordu. Sanki içine bir zehir yayılmış gibi derin derin yanıyordu.
Bir iki adım geriye gidip sigarayı masamdaki küllüğe bıraktım ve yüzüme baktım. Çenem kasılmış, gözlerim kızarmıştı. Derin bir nefes alıp uzaklaştım aynadan. Sigarayı küllüğe söndürdüm, gece boyunca yeterince içmiştim zaten.
Parmaklarımla saçlarımı geriye tarayıp kendimi yatağa gelişigüzel bıraktım. Gözlerimi ay ışığına diktim, rahatlatıcı etkisi kendini göstermeye başlamıştı.
Yuvarlak ay şekil değiştirdi ve Harry'nin yumuşak bir şekilde bakan yeşil gözlerine dönüştü.
Aklımın onu etkileyici bulan kısmı susmak bilmiyordu. "Harry..." Güzel bir ismi vardı, dudaklarımdan bir fısıltı gibi dökülse de, söylemek hoşuma gitmişti.
Korkuyordum, evet. Ama deneyip başaramamış olması bir bakıma rahatlatıcıydı. Kanımı alamamıştı.
Kanımı alamamıştı.
Tekrar deneyecek miydi, bilmiyordum. Yine sonsuz ihtimallere yeniden kapılıp kendimi daha fazla germek istemiyordum. Ama yine alamayacağı ihtimaline tutunmak istiyordum. Bana zarar veremeyecekti.
En azından öyle umuyordum.
Kalkıp pantolonumu da çıkardım ve ince yorganımın altına girdim. Tüm vücudum kaskatıydı, nasıl uyuyacaktım bilmiyordum ama uykunun beni kurtarmasını istiyordum. Uykularım tarafından sürüklendiğim bu şehirde, beni kurtarabilecek tek şey yine uykunun kendisiydi.
Gözlerimi kapattım ve beni çağıran kadife sese bıraktım kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Moira (DÜZENLENİYOR)
FanfictionKoku tüm zihnini, tüm duyularını işgal etmiş gibiydi. Parmaklarıyla uzun saçlarını tarayıp başını geriye yatırdı. Yüksek sesli müzik kulaklarını çınlatırken vücuduna çarpan vücutların teninde uzun, çok uzun süreli morluklar oluşturacağını biliyordu...