louis' pov
"Louis?"
Sıçrayarak elimdeki tişörtü fırlattım ve gelen sese döndüm. Bana şaşkınca bakan bir çift mavi gözle karşılaştığımda verdiğim tepkiyi nasıl açıklayacağımı bilmiyordum ama ev arkadaşımdan başkası değildi.
Bana doğru temkinli bir adım atıp sorgulayan gözlerle bedenimi süzdü. Donup kalmış bir sincap gibi görünüyor olabilirdim. "Louis, iyi misin?"
Derin bir nefes alıp yüzümü ovdum kendime gelmeye çalışarak. Kalbim çok hızlı atıyordu. "İyiyim, iyiyim. Geldiğini fark etmemişim."
Tedirginliğimin böyle gün gibi ortada olması kesinlikle hoşuma gitmiyordu. Ama saklamak için elimden gelen hiçbir şey de yoktu. Günlerim diken üstünde geçiyor, incecik bir ipin üstünde gibi ilerliyordu. En ufak seste, en ufak hareketlenmede far tutulmuş tavşan gibi kalıyordum.
Gözümü kapattığımda yüzünü görmek, ellerinin hayaletini ellerimde hissetmek, arkama her döndüğümde bir çift yeşil göz görmeyi beklemek artık rutin haline gelmişti.
Daha sakin hissettiğimde kafamı kaldırıp gülümsedim. "Bir şey mi söyleyecektin?"
Başını salladı hala ne halde olduğumu tartar bir ifadeyle. "Kahve yapacağım. Sen de ister misin, diye soracaktım."
Başımı sallayıp önümdeki kıyafet yığınını arkamda bırakmaya karar verdim. "Çok iyi olur, Niall. Hatta birlikte içelim."
Bütün yüzüne yayılan gülümsemesiyle çocuk gibi ellerini çırptı. "Ay, olur."
Birlikte mutfağa geçerken gerçekten tatlı biri olduğunu düşündüm. Birlikte yaşamaya başlayalı neredeyse iki hafta olacaktı; iki haftada bir insanla ilgili ne kadar kesin yargılara ulaşılabilirdi, emin değildim. Ama Niall'da bitmek bilmeyen bir pozitiflik vardı. Her şeye gülebilir, her şeyle mutlu olabilir gibiydi. İlk bakışta anlaşabileceğim bir insan gibi görünmüştü, bazı insanlardaki kötü enerjiyi daha konuşmadan anlayabiliyordunuz. Ama onda bu tam tersiydi. Niall iyiydi, saf bir şekilde iyiydi. Ara ara şaşırsam da yapay gelmediği için alışmaya başlamıştım bile.
Verdiği ev ilanından bulmuştum burayı ve onu. Her şeyi kolaylaştıran etkenlerden biri olmuştu. Ev bulmak ve nerede, kimle yaşayacağım korkusu çoğundan daha büyüktü çünkü.
"Sen geç oturma odasına, geliyorum."
• • •
"Ee, anlat bakalım?"
Sıcak kahvemden bir yudum alıp yanma tehlikesinden kaçmak için sehpaya geri bıraktım. "Neyi anlatayım?"
Omuz silkti hafifçe. "Ne bileyim, bara gittiğimiz günden beri garipsin. Canavarlar mı saldırdı yoksa?"
Sorduğu soruya zoraki bir şekilde gülümsemeye çalışsam da kafamın içinde küçük çaplı bir iç savaşa sebep olmuştu. O anı her hatırladığımda boynuma geçirdiği dişlerini hissedebiliyordum. Ağzımdaki elinin hayaleti suratımda bekliyor gibiydi; yalnız kaldığım an, o geceyi hatırlatacak en ufak detayda üstüme çörekleniyordu.
Girdiğim kara delikten zor bela çıkıp başımı iki yana salladım. "Önemli bir şey olmadı, alışmaya çalışıyorum işte buraya."
"İyi bari, birinden kaçıyorsan bileyim."
Sorularını özenle seçmiş gibi sorması zihnimin bazı noktalarında komik gelse de bir taraftan ürpertiyordu. Uzanıp kahvemi tekrar elime aldım, içilecek sıcaklığa gelmişti.
"Birlikte çıktığın kumral çocuk ne oldu?"
Çığlık atarak kaçmak istiyordum.
Gerçekten. Tek yapmak istediğim, çığlık atarak kaçmaktı.
Halının altına süpürmeye çalıştığım her şeyi teker teker salonun baş köşesine tablo gibi asıyordu.
Ne yaptığının farkında olmadığını bildiğim için kızamadım ve hafifçe gülüp sıradan bir şeymiş gibi anlatmayı denedim. "Kayda değer bir şey değildi, biraz vakit geçirip dağıldık. Sen buldun mu birini?"
"Öncelikle..." İşaret parmağını havaya kaldırdı. "Birini aramıyordum." Güldüm gururlu ifadesine. "Ama insan yine de üzülüyor boş dönünce. Ve senin kumral bayağı yakışıklıydı."
Bu sefer gözümün önünden geçen şey, kıvırcık saçlarının arasına saklanmış yeşil gözleriydi. Gerçekten yakışıklıydı. "Beni ilgilendirmiyor, bir daha görmeyeceğim nasıl olsa."
Sesli sayılabilecek bir kahkaha attı. "Sen öyle san. Burada herkes, herkesi bir kez daha görür."
"O nedenmiş?"
"Buranın laneti bu. Tek gecelik ilişki dersin, ertesi gün çorba içerken karşına çıkıverir." Travmalarını hatırlamış gibi sahte bir şekilde ürperdi. "O yüzden umudunu kaybetme, havalı kumral bir yerlerde bizi bekliyor."
Normal bir şeyden bahsediyormuş gibi davranmak o kadar çok zordu ki, vücuduma aynı anda onlarca diken batıyormuş gibi hissediyordum. "Havalı kumral deme şuna."
Kaşlarını kaldırdı saçmalıyormuşum gibi. "Bence gayet hak ediyor sıfatını. Bir hetero olarak kendisini tebrik ediyorum, ben bile hayran kaldım." Daldığı yerden bana çevirdi bakışlarını. "Seni ayrıca tebrik ediyorum, koca barda o çocuğun dikkatini çekebilmek bir başarıdır."
İlk karşılaştığımız an geldi aklıma, keskin ve meraklı bakışları, her hareketimi inceliyor gibiydi. Garip biri olduğunu düşünmüştüm, fazla ilgili ve yoğun bir havası vardı. İnsanı köşeye sıkıştırıyor gibi bir baskınlığı vardı.
O olayı yaşamasaydık neler olacağını düşündüm. Barda tanıştığım uzun saçlı çocuk, boğazıma yapışmış bir kırmızı gözlü bir vampire dönüşmeseydi neler olurdu?
Niall'a söylediğim gibi biraz vakit geçirip dağılır mıydık, yoksa devamı gelir miydi? Tek gecelik mi olurdu, tatlı bir ilişkinin kapısı mı aralanırdı? Bütün bunlar benim için sadece bir merak konusu olarak kalacaktı muhtemelen.
Olan olmuştu çünkü.
Tekrar karşılaşır mıydık, karşılaşırsak ne tepki verirdim bilmiyordum. Karşılaşmaya hazır da değildim, biraz zamana ihtiyacım vardı. Yakında dersler başlayacaktı ve odağımı tamamen oraya vermek istiyordum.
"Nereye daldın? Aşık mı oluyorsun yoksa?"
Fiziksel olarak acı veren şeyler listesine bu konuşmayı kesinlikle ekleyecektim.
•
medya, niall ve louis'nin evi
-ariadne
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Moira (DÜZENLENİYOR)
FanficKoku tüm zihnini, tüm duyularını işgal etmiş gibiydi. Parmaklarıyla uzun saçlarını tarayıp başını geriye yatırdı. Yüksek sesli müzik kulaklarını çınlatırken vücuduna çarpan vücutların teninde uzun, çok uzun süreli morluklar oluşturacağını biliyordu...