"Efsaneler kuşaktan kuşağa aktarılmış sözlü destanlardır "
Parmak kaldırıp söz istedim.
"Ya efsaneler sandığımız gibi sözlü destan değilde gerçek olsaydı profösör?"
Sıska adam titzlikle boğazını temizledi.Her soru sorduğumda buna öyle bir ciddiyetle cevap veriyordu ki bu adamın tarih aşkının nereden geldiğini merak ettiriyordu insana.
"Doğanın kusursuz işleyişini görüyorsun değil mi Soo?"
Devamının gelmesini istediğimi belirtircesine kafamı salladım.
"O artık dünyanın kusursuz bir parçası olmaktan çıkar.Anlayacağın doğa kusursuzluğunu yitirir,evrenin kusurlu bir parçası haline gelir"
Anladığımı belirtircesine gülümsedim.Sınıftaki bütün gözler gene ilgiyle üzerimde dolaşıyordu.Buradaki çoğu insan tarihi sırf bir üniversite bitirmek için okuyorlardı.Ama ben öyle değildim. Ya da Luhan, öyle değildik.Biz tarihi hissederek bütün parçalarıyla yaşayarak okuyorduk.
Dersin geri kalanına bütün ilgimi yöneltirken.Kafamı kurcalayan sorunları bir kenara çektim nasıl olsa ben istemesem bile geceleyin gün yüzüne çıkacaklardı...
Ders bitiminde kendimi bir kalabığın ortasında buldum. Herkes yerde yatan çocuğa bakıyor,yardım istiyor ama yardım etmeyi akıl etmiyordu.Defterlerimi Luhanın kucağına bırakarak yerde yatan adama ilerledim.
"Beni duyuyor musun?"
Resmi olma gereği duymadan nazikçe suratını inceliyordum. Herhangi bir tepki vermiyordu,nefes alıp almadığından bile şüpheliydim. Parmak uçlarımla beyaz boyna dokunduğumda açılan gözleriyle farketmeden diz kapaklarımın üstünden geriye yuvarlanmıştım.
Kendimi umursamadan tekrar beyaz tenli adama yöneldim.
"İyi minisiz?"
Sanki az önce bilinçsiz olduğunu bildiğim için resmi konuşmayan ben değilmişim gibi davranıyordum.
"Sen"
Sesi o kadar tiksinirmiş gibi çıkıyordu ki istemeden bende suratımı buruşturdum.
"Ona nasıl dokunursun"
Arkamdan yükselen gür sesle daha da sündüm olduğum yere.Ne yapmıştım ki ben, alt tarafı bir insanın bedenine dokunmuştum.
"Sadece"
Sesimin kısık çıktığını farkettiğimde boğazımı temizledim.
"Sadece yardımcı olmaya çalışıyordum"